28 Haziran 2015 Pazar

KUKLA MİLLETLER VE DAİMİ ÜYELERİ

Birleşmiş Milletler ne için vardır ? Neyi temsil eder ? Dünyada bu kadar zulüm varken , bu kadar evsiz , barksız , aç , susuz , insan varken Birleşmiş Milletler Konseyi hangi barışın temsilcisidir ? İçinde bulundurduğu 5 daimi üyenin,  Dünya silah pazarının en çok silah satan ülkeleri olması hangi barışı temsil eder ya da katkı sağlar ? 
Peki kimler bu ülkeler ? 
-Fransa
-Amerika Birleşik Devletleri
-Çin
-Rusya
-İngiltere

Yıllarca Cezayir , Çad , Tunus üzerinde büyük oyunlar oynayan oradaki halka yapmadığını bırakmayan sömürü canavarı sen değil misin FRANSA ?
Daha BM Konseyi içerisinde bile demokratik olamayan ancak Afganistan , Irak gibi ülkeleri demokrasi getireceğiz bahanesi ile işgal eden ,  petrolünü sömüren , halkını aç susuz bırakan sen değil misin ABD ? 
Kurulduğu günden beri Filistin halkına soykırım uygulayan , topraklarını elinden alan , Müslümanların can damarı olan Kudüs'ü işgal edip halka zulmeden İsrail'in kuklası BM'nin saygın ve daimi üyesi sen değil misin ABD ?
Doğu Türkistan Müslüman halkının belası olan , oradaki halka zulmü kendine bir görev edinen , bırakın ibadet etmeyi nefes almalarına bile izin vermeyen sen değil misin ÇİN ?
Şu Ramazan gününde Doğu Türkistan'da ki Müslümanlar büyük bir zulüm altındalar. Her Ramazan ayında Müslümanları başka yerlerden vuruyorlar. Dünya Müslümanlara karşı birleşmiş durumda. Artık BM'den bir şey bekleyemeyiz. Bir an önce İslam Birliğini yeniden canlandırmalı ve BM'nin önüne çıkmalıyız. Dünyada ki Müslümanlar bizleri bekliyorlar. Artık sessiz kalamayız. 
Dünyanın çeşitli yerlerinde zulüm gören Müslümanların yegane ümidi Türkiye'dir. Biz bunu yapacak güce ve kudrete sahibiz. Dünya'nın 5'den büyük olduğunu kanıtlamak zorundayız. Müslümanların kaderini BM'nin eline bırakamayız. Herkes elini vicdanına koyup iyi düşünmelidir. Unutmayalım ki biz bugün sesimizi çıkarmazsak yarın bu kan bizim üzerimize de sıçrar.

VESSELAM...



8 Haziran 2015 Pazartesi

BİR EVSİZ NEDEN EVSİZ?

Bir Evsiz Neden Evsiz?
İnsanlar nerede yaşar? İlkokul sıralarına oturan herkese; insan, doğar, yaşar ve ölür hipotezi öğretilmiştir. İnsan doğar, büyür ve yaşar. Nerede uyurlar? Nerede yemek yerler? Pek çoğumuz bu sorulara evlerde, evimizde cevabını veririz. Öyle ya insan dediğin evde yaşar. Herkesin yaşadığı bir evi olmalıdır. Evi olmayan insan olur mu hiç? Peki ya olursa?
İnsanlar ikiye ayrılır; evde yaşayanlar, evi olanlar, aileye sahip olanlar, evlerinde yatağında uyuyanlar, bir de evsiz olanlar. Evi olmayanlar, sokakta yaşayanlar, sokakta uyuyanlar. Yani  birinci kısım, şanslı kısım evde olabilen Allahın sevdiği kulları, ikinci kısım evsiz olanlar  şanssız kesim. Sokakta yaşayan, pis olan, kötü olan, soğuk olan aşağılanan… Hakkı hukuku olmayan, seveni sevdiği olmayan, ailesi olmayan, sevinci bayramı olmayan, ne bayramı yahu ekmeği olmayan…
 Sahi, bayramları hiç olmayan evsizleri bilir misin? Üstü başı o kadar perişan kir pas saç baş dağınık içerisinde bir evsiz görüp de hiç yolunu değiştirdin mi? Lokantalardan içeri bakan aç bir evsiz gördün mü? Yağmurun altında sırılsıklam ıslanmış ve o anda üstünü asla değiştiremeyecek olan ve ıslanan üst başın kendi üzerinde kalacağı, bir evsiz gördün mü?
Bir Evsiz neden Evsiz?

Bir Evsiz annesini yavrusunu özlemez mi?

Bir Evsiz aç yattığı, üşüyerek uyuduğu rüyasında ne görür...

Bir Evsiz, herkes çekilip evine gidip sokaklarda tek başına kaldığında ne düşünüyordur?

Bir Evsiz sıcak mutlu huzurlu yuvaya özlem duymaz mı?
Bir Evsiz, hiç ağlamaz mı, korkmaz mı?
Bir  Evsizin sevdiği yemekler yok mudur? 
Evsizler uzaydan gelen yaratıklar mı, yoksa robot mu? Evsizler insan mı, hatta canlı mı, hisseder mi, özlerler mi, özlenirler mi? Yoksa hepsi, biz dürüst iyi insanları, dolandırmaya kalkan sahtekarlar topluluğu mu? Kim bilir, havuzları lüks villaları vardır? Belki de canlı dramatik Türk filmi sokak oyuncularıdır. Bazı Kalpler için Belki de Şefkat Ameliyatı: Eeyy iyi kalpli olduğunu düşünen ve Eeyy Kötü Kalpli olduğunu düşünmeyen insan ve Eey Kendim! Sokaklarda, otogarlarda, parklarda, yıkıntı köşesinde, izbede, yaşam mücadelesi veren bir dede evsiz yaşlı gördün mü? Üstü başı perişan, saç baş karışmış akli dengesi bozuk bir evsiz gördün mü? Kaldırım kenarlarındaki, çöpe atılanlardan bozuk mu, değil mi demeden çürük mürük bir yiyeceği direk ağzına atan bir evsiz gördün mü? Duvarda, kaldırım kenarında, bir ekmek parçasını görüp de hızla bir hamleyle el atıp ağzına götüren bir evsiz gördün mü?
 O tek tük karşılaştığın akıl ruh sağlığını kaybeden evsiz kadını hiç düşündün mü?
Kimdir, neden sokaklarda, sokaklarda kimler ona musallat oluyordur, geceleri korkmuyor mudur, kötü adamlar yok mudur? O korkmaz mı? Hiç tecavüze uğradım diye ağlayan yaşlı evsiz bir dede ile karşılaştın mı? Camilerin bırak içinde alt katında, eklentilerinde, hatta avlusunda bile kalmasına müsaade edilmeyen bir evsizi, cami tuvaletine de bir lirası yok diye alınmayıp da, orada bekleyen ve altına işemek zorunda kalan bir evsiz gördün mü?
Ha bir de sokak çocuklarımız var bizim. Sokak çocukları… Sokağa ait… Sokaktan olma, sokaktan doğma. Ama asla bizim değil! Sokak çocuğu sahi kime denir? Ekmek parası için mendil satan, burnunu koluyla silen yedi yaşındaki kız çocuğu mu? İstanbul trafiğini bilirsiniz,  vızır vızır geçen arabaların arasından küçük gövdesiyle koşa koşa geçip arabaların camlarını silmek için uğraşan dokuz yaşındaki çocuk mu, sokak çocuğu? Ailesi olmadığı için ya da  var olan ailesinden haberdar olmayan veya onların dayağından kaçan, inşaat binalarına sığınan, ateşin etrafında oturan küçücük bedenler mi?


 Sokak çocukları… Sokağın evlatları… Onların yorganı yazın yıldızlar kışın döne döne yağan kar taneleridir. Onların hayali yazın bir deniz kıyısında denize girmek, kışın bir yanan sobanın kenarında kıvrılıp bir kedi gibi uyumaktır. Onları başka da bir hayalleri yoktur. Çünkü onlar hamamı banyoyu bilmezler. Zira camilerin ya da belediyelerin ölülerin yıkandığı gusülhanelerinde oda cami imamı müsaade ederse yılda bir kez yıkanırlarsa ne ala. Onlar bir tas sıcak çorbanın ve bir sıcak fırın ekmeğinin hayalini kurarlar. Zira onlar et yememişlerdir. Zira onlara yardım edenler sadece bunları ısmarlar. Onların ayakkabılarını altı deliktir. Sıfır ayakkabı ayaklarını vurur. Ya da sıfır ayakkabı sadaka olarak verilince bunu satmak zorundadırlar ekmek yiyecek paraları yoktur. Onlar palto bilmezler. Onlar arabaya binmezler. Hep yürürler. Sokaklar onların dostudur. Çöplükler, mezarlıklar, gecekondu mahalleleri hep onları barındırır.

Kimdir bu çocuklar?  Sokaklarda ne ararlar. Gelin perdeyi biraz aralayalım.
Bu çocuklara baktığımızda; evde dayak yiyen, sonra bu şiddete dayanamayarak sokağa kaçan, burada da suça itilerek yaşayan çocukların olduğunu görmekteyiz. Bu çocuklara sağlık dışı koşullarda çalışan çocukları da eklemek gerekir. Hepsinin ortak özelliği bulundukları yaşın gerektirdiği yaşamı yaşayamamaları ve en çok gereksinmeleri olan ev sıcaklığından, ebeveyn ilgisinden, oyun oynamaktan ve sağlıklı beslenmeden yoksun olmalarıdır.

Aynı şekilde sokaktaki çocukların mendil, kibrit satma gibi işleri yaptıkları görülmektedir. Özellikle İstanbul, İzmir ve Ankara gibi büyük şehirlerde, metropollerde trafik ışıklarında duran, arabaya koşarak gelen çocuklar manzarası aşina olduğumuz bir manzaraya dönüşmüştür. Işıklar yeşile döndüğünde gitmeye başlayan arabanın kapısına yapışan çocukların yarattığı korku, çocuklara bir şey olacak endişesi, çoğumuzun yaşadığı bir manzaradır. Ne hoş bir manzara…

YAZAN: REYHAN CANITEZBİR EVSİZ NEDEN EVSİZ? 


6 Haziran 2015 Cumartesi

ÜMİTLER SADECE ''DİRİLİŞ ERTUĞRUL'DA''

  

Diriliş Ertuğrul dizisinin en son bölümünde Kayılar tarafından, Tapınak şövalyelerinin gizli kalesi fethedildi. Kale fetih edildikten sonra Ertuğrul Tapınakçıların bayrağını indirip, Kayıların bayrağını, Allahu Ekber! Allahu Ekber! Nidalarıyla büyük bir kahramanlıkla dikti. Sonra kaleye Kayıların lideri Süleyman Şah ve onu koruyan Alpleri girdi. Onlarda kılıçlarını havaya kaldırarak Allahu Ekber! Allahu Ekber! Nidalarıyla kaleyi inletti. Büyük bir heyecan ve destansı bir kahramanlık vardı. Nasıl olmasın? Kudüs’ü tekrar almak isteyen, Kayıları ve İslam dünyasını ele geçirmek isteyen Tapınakçılar yok edilmişti.

O akşam, diziyi izlerken nasıl da heyecanlandık. Nasıl heyecanlanmayalım? Kudüs ve İslam dünyası kurtarıldı. Bunu yapan da biz izleyicilerin, ecdadı idi. İzleyicilerin bu kadar heyecanlanması bir başka sebebi de şudur; Gerçek zamanda yıllardır İslam dünyasına yapılan büyük zulümler ve haksızlıklar var. İslam aleminin kavgası olan Kudüs işgal altında, Türk dünyası esir düşmüş halde. Bunlara da sesini çıkaramayan, engel olamayan Türk dünyası ve İslam alemi var. Dizi sahnesinde Kudüs’ün kurtarıldığını, İslam dünyasının kazandığını gören seyirci mutlu ve tatmin oldu.

Peki  neden bizler gerçekte Kudüs’ü kurtaramıyoruz? Neden İslam ve Türk dünyasını eskiden olduğu gibi canlandıramıyoruz? Artık biz bunları sadece dizilerde mi göreceğiz? Bizler değil miyiz ki İspanya’da Endülüs bilim medeniyetini kuran, bizler değil miyiz ki İslam güneşi ile dünyayı aydınlatan! Evet bizlerin Hz. Peygamber’in hadisiyle İstanbul’u alan.
Ötüken’den çıkıp, dünya tarihini değiştiren biziz. İslam’la tanıştıktan sonra Gök Tengri’yi bırakıp, kafirin bin yıllık korkulu rüyası olanlar da biziz. Peki şimdi neden bu haldeyiz? Hiç mi içimiz sızlamaz? Kudüs’ü işgal altında görürken. Nasıl da rahatız? Ortadoğu’daki dindaşlarımız ölürken.

Ey Türk! Ey Müslüman! Uyan! Sen Peygamber hadisi için İstanbul’u fetih eden Fatih’in torunusun. Sen İspanya’da bilim medeniyeti kurmuş Endülüslülerin dindaşısın. Sen devir açıp, devir kapatan kavimin evlatlarısın. Sen Sahra çölünü geçen Yavuz, Çanakkale’de şehit olan Mehmetçiksin. Sen destanı gerçek yapansın ve sen her şeyden önce Müslümansın! Nerede zulüm varsa sen onun karşısında olmalısın. Artık çevir yüzünü Kudüs’e… Bir bak Türkistan’a Türk alemi ne halde? Pazarlık yapma sakın! Bugünün eski Haçlıları yeni Siyonist hizmetkarlarıyla. Kurtar kavgamız olan Kudüs’ü! Kurtar köle yapılmaya çalışılan Türkistan’ı ve kurtar Allah’ın izniyle İslam dünyasını! Artık diziler de kalmasın zafer çığlıkları, Allahu Ekber nidaları.

Unutma! Her şey sende ve senin özünde. Eğer sen, sen olmazsan bizler de biz  olamayız. 





2 Haziran 2015 Salı

UNUTULAN AHLAK


Ülkemizde yada kendi yaşantımızda bir çok şeyden şikayetçiyiz. Hukukun doğru işlemediğinden şikayet ediyoruz. Sporun şikeli olmasından. Askerin içeride olmasından rahatsızıs. Eğitimin düzgün gitmediğinden bahsediyoruz. Yakın zamanda seçimlere gireceğiz, fakat oylarımızın çalınacağını düşünenler var. Bir taraf diyor, din elden gidiyor. Öbür taraf diyor, ülke bağnazların eline geçti, hiç devlet ile din birlikte yürütülür mü yahu? Gazeteciler özgür olmamaktan şikayetçi. Siyasiler ise gazetecilerin özgürlük sınırını aştığından. Kutuplara bölünmüşüz, sen şu partidensin ben bu partiden diye. Benim partim ülkeyi daha çok seviyor, hayır benim partim daha çok seviyor yarışındayız çoğu zaman. Ama o çok sevdiğimiz ülkemiz için bir bütün olamıyoruz. Bazılarımız çıkar peşinde, acaba ne kadar kopartabilirim bu parti işlerinden diye debelenip duruyor.
Futbola çok düşkünüz. Ama gelin görün ki onu da elimize yüzümüze bulaştırıyoruz. Performans yerine, şike paraları kazandırıyor maçları. E haliyle de adaletsizlikten yakınıyoruz. Hiç sorduk mu kendimize? Biz neden böyleyiz diye? Ben sordum. Ve şu cevabı aldım. Biz ahlaklı olmayı unutmuşuz! Aslında bizi biz yapan şeyi unutmuşuz.
Ahlak, artık günümüzde etek altında veya bacak arasında aranan bir şey haline geldi. Yani şike yaparsan, adaletsiz davranırsan, başkasının hakkını yersen, işini düzgün yapmazsan ahlaksız olmuyorsun. Aslında Ahlak adalet demektir, başarı demektir, erdemli olmak demektir. Sokrates’e erdemli olmak ne demektir diye sorulunca, erdemli olmak, iyi davranışta bulunmaktır demiştir. İşte ahlakta böyledir. Yere çöp atmamamız güzel bir davranıştır. Doğal olarakda  ahlaklı bir davranıştır.
Deminde dediğim gibi biz unutmuşuz ahlaklı olmayı. Yada ahlakın sadece bacak arasında olamadığını. Eğer biz ahlakı unutmamış olsaydık, futbolda şike diye bir şey olmazdı. Başkasının hakkına saygı gösterirdik. Kendi hakkımızla almaya çalışırdık maçları. İşte bunun adı da Spor Etiğidir. Yani Sporda ahlaklı davranış biçimidir. Eğer biz ahlaklı olmayı unutmasaydık, yasaları birilerine özel değil, herkesin hakkını koruyan yasalar çıkartırdık. Böylece adalete olan güvenimizi kaybetmemiş olurduk. Bizler ahlakı unutmamış olsaydık, sen şu partidensin, benim görüşlerime ters düşüyorsun seni bertaraf etmeliyim demez, gel kardeşim. Hepimiz bu ülke için çalışalım ve ülkemizi geliştirelim derdik.
Ülkemizin çoğunluğu Müslüman. Müslüman insan, ahlaklı insandır. Gel gör ki hırsızlık bizde. Hakaret bizde. Başkasının hakkına girmek bizde. Bir de şöyle bir çeviriyorsun yüzünü  kafirlere. Sporda şike yapılıyor, anında cezası kesiliyor. Spor ahlakını ve adaleti uygulamış oluyorlar. Bir bakıyorsunuz Almanya’ya, çalışma disipliniyle tanınıyor dünyada. Çok çalışmalıyım ki ülkem gelişsin, ülkem gelişince de ben paralanırım diyorlar. İşlerini düzgün yapıyorlar. İşte buda çalışma ahlakıdır.

Sonuç olarak ahlak, sadece etek altında yada bacak arasında aranan bir şey değildir. Ahlak bir öğretidir ve yaşamın her alanında vardır. Çalışma alanında kullanılmalıdır. Sporda, adalette, insan ilişkilerinde vs. Din alanını söylemeye hiç gerek yok. Biz ahlakımızı tekrar hatırlayıp, bu karışıklıklardan ve düzensizliklerden kurtulabiliriz. Tek yapmamız gereken şey ahlakımızı hatırlamak ve onu yaşatmaktır.