21 Kasım 2015 Cumartesi

TÜRKMENLER ÖLDÜRÜLÜYOR...

Esad kendi ülkesi için tehdit oluşturmaya devam ediyor. Bu sefer ki hedefi ise Bayır Bucak Türkmenleri oldu. Türkmenlere, Rus, Hizbullah, İran milisleri ve Esad güçleri birlikte karadan ve havadan saldırdı. Bu saldırı sonucunda Türkmen Dağı düştü. Onlarca ölülerin ve yüzlerce yaralıların olduğu söyleniyor. Türkiye bu durum karşısında, Rus büyükelçiliğini çağırıp, Türkmen bölgesini vurmayın çağrısında bulundu. Tabi bu çağrı olumlu bir karşılık almadı ve saldırılar devam etti. Bu durumlar neticesinde olayları iyi analiz edebilmek için, Türkiye’nin Suriye’deki politikasına bakmamız gerekmektedir.

Türkiye’nin Suriye Politikası

Türkiye’nin dış politikası demek ABD’nin dış politikası demektir. Çünkü bu iki ülke müttefiktir. Fakat genellikle ABD’nin biraz daha fazla istedikleri  olur. Bilindiği üzere, ABD Suriye’deki Esad’lı sisteme karşı. Daha doğru bir ifadeyle ABD, Ortadoğu’da Baas Sistemine karşı. Irak savaşında Saddam Hüseyin’i indirmesi bunun en büyük göstergesiydi. Bu sonuçlar neticesinde, Türkiye’de Esadlı sisteme karşı bir tavır sergiliyor. Esadl’ı bir çözümü asla kabul etmiyor. Suriye krizinin çıktığı ilk zamanlarda sadece Esad’ın güçleri halkı bombalıyor ve vuruyordu. Bunun üzerine, ABD koalisyon güçleri dediği bir birliktelikle, Muhaliflere askeri yardımda bulunmaya başladı. Daha sonra bu durumu gören Rusya harekete geçti. Ortadoğu’daki ABD düşmanlarını (İran, Hizbullah ve çeşitli terör örgütleri) yanına alarak Esad’da destek vermeye başladılar. Bu durumun önemi şurada yatmaktadır. Rusya  soğuk savaş döneminden sonra ilk defa ABD’ye karşı, Ortadoğu’da bir askeri müdahaleye girmişti. Böylece ABD tarafı ve Rusya Tarafı diye iki blok oluştu. Türkiye her zaman ki gibi ABD tarafındaydı.

Türkmenler…

Dün sosyal medyaya baktığımızda: “Esad Türkmenleri öldürüyor, Türkmenler çok zor durumda, Türkmen Dağı düştü”. Gibi ifadeler gördük. Evet, Türkmenler Esad, Rus, İran ve Hizbullah tarafından saldırıya uğramışlardı. Fakat bu Türkmenlerin bu şekilde ilk acısı değildi. Irak Savaşı sırasında Çok sayıda Türkmen ölmüştü. Irak savaşı bittikten sonrada yeni oluşan Parçalanmış Irak’ta da ölmeye devam ettiler. Bu sefer onları öldüren Şii milisler ve Kürt yönetimi idi. Daha sonraları İŞİD denilen bir bela musallat oldu Türkmenlerin başına. Bu sefer İŞİD öldürüyordu Türkmenleri. Türkmenlerin acısı bir türlü dinmiyordu. Bu sefer de İŞİD’i vuracağız bahanesiyle, Türkmenleri öldüren PYD ve peşmerge güçleri oldu. Şu soru aklınıza gelebilir; Türkmenlere bu kadar saldırı varda Türkmenler neden hiçbir şey yapmadan sadece ölümü bekliyorlar? Hayır! Türkmenler bu saldırılara her seferinde kahramanca cevap vermişlerdir. Zaten bu kadar saldırılara karşı, Irak’taki Türkmen Varlığının hala devam etmesi bunun en büyük göstergesidir.

Ne Yapılmalı…

Dış politikasını kendi belirleyen ve bir başka güçlü ülkeye doğrudan tehdit oluşturabilecek bir ülke olmadığımıza göre, burada yapılacak iş Türkmenlere silah ve para yardımı yapılması en doğrusu olacaktır. Hatta biraz daha ileri gidip, Irak’taki Türkmen bölgesini Koalisyon güçlerinin korumasını sağlayabiliriz. Ama kesinlikle Suriyeleri ülkemize aldığımız gibi Türkmenleri Türkiye’ye almamalıyız. Eğer Türkmenler yaşadıkları bölgeleri terk ederlerse, o bölgelerdeki Türk hakimiyeti, Kürtlere veya başka etnik unsurlara geçer. Buda stratejik anlamda Türkiye’nin avantajına bir durum olmaz.

Şunu unutmayalım, kendi dış politikamızda kendi kaderimizi kendimiz çizemedikçe daha çok ”Türk” ve “Müslüman” ölecektir.



1 Kasım 2015 Pazar

HÜSRAN VE ZAFER (1 KASIM SEÇİMLERİ)


1 Kasım 2015 itibari ile vatandaşlarımız oylarını kullandılar. Sandıktan tek başına Adalet ve Kalkınma Partisi çıktı. Anketlerin çoğunluğu bir koalisyon diyordu. Fakat bu sefer yanıldılar. Aslında  Adalet ve Kalkınma Partisinin tek başına iktidara yeniden geleceği, azda olsa bazı kesimler tarafından öngörülüyordu. Fakat atmosfer yeniden koalisyon sinyalleri veriyordu. Adalet ve Kalkınma Partisinin tek başına iktidar olması çokta sürpriz değildi. Çünkü bu ön görü vardı ve belirtilmişti. Asıl sürpriz olan Adalet ve Kalkınma Partisinin %49 oy oranına ulaşmış olmasıydı. Düşünün, bundan önceki seçimlerde muhtemel koalisyon partisi olan, yıpranmış ve zedelenmiş bir siyasi oluşum, parti tarihinin en yüksek oyunu alarak sandıktan çıkıyor ve iktidar oluyor. Tabi bu süprizin bir çok sebebi var. Adalet ve Kalkınma Partisi düştüğünde kalmayı bilen ve karmaşadan sıyrılıp zirveye oturmasını bilen bir parti olmuştur hep. Bu seçimde de büyük bir oyla tek başına iktidar olmasını bilmiştir. Ümit ederim ki Adalet ve Kalkınma Partisinin aldığı bu büyük oy oranı, kendilerinde bir egoizm yaratmaz. Biz büyük bir oy aldık deyip, karşı düşünce sistemlerine inşallah  saygısızlık yapmazlar. Temenni ederim ki bu oy oranı onlara basın kısıtlamaları, hak ve özgürlükte sadece çoğunluğun dediğinin olduğu bir sisteme girmezler. Unutmayalım, Demokrasi sadece çoğunluğun hakkının savunulduğu bir sistem değildir. Demokrasi, azınlığın haklarının ve özgürlüklerinin de korunduğu bir sistemdir.

Bu seçim Adalet ve Kalkınma Partisinin zaferiyle sonuçlanırken Cumhuriyet Halk partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi tarafından hüsranla sonuçlanmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi oylarını biraz arttırsa da herhangi bir varlık belirtisi gösterememiştir. Fakat yine en büyük muhalefet partisi konumundadır.Her seçimde olduğu gibi Kılıçdaroğlu’ndan istifa beklenmiş fakat yine her zamanki gibi bu gerçekleşmemiştir.

Seçimlere Milliyetçi Hareket Partisi açısından baktığımızda sonucun tam bir hüsran olduğunu rahatça görürüz. Bu seçimleri tam tamına %4 bir oy kaybı ile sonlandırmıştır. Oysa 7 Haziran seçimlerinde bir ümit teşkil etmişti. Bu kötü sonucun çıkmasının elbette çok etkeni var. En büyük etkeninHayırcı politika olduğu söyleniyor. Ama ben bunun yanlış bir politika olmadığını fakat millete yanlış anlatıldığına inanıyorum. Yıldırım Tuğrul’un ayrılması, Meral Akşener ve Sinan Oğan gibi partide aktif profil isimlerin partiden kovulması yada aday gösterilmemesi gibi bir çok etkende var. Bunları bir kenara bıraktığımızda, bundan sonra ne olmalı sorusunu aklımızdan geçirdiğimizde, hemen şu cevabı alırız. Bahçeli istifa etmeli. Kesinlikle bu cevap akla ve gerçeğe çok uygun bir cevaptır. Bahçeli parti tarihinde ikinci liderdir. Partide bir üçüncü lider olmamıştır.Hedef iktidar olmasına rağmen, Hep üçüncü parti konumunda olunmuştur. Hatta barajı bile aşılamadığı dönem olmuştur. Bu seçimlerde parti olarak görmediği, HDP’den daha az milletvekili çıkartılmıştır. Bu sonuçlardan sonra Bahçeli’den istifa beklenmesi çok doğaldır. Doğru olanda Bahçeli’nin istifa etmesidir.

Peki, Milliyetçi Hareket Partisine gönül verenler bu sonuçlardan sonra ne yapmalılar. Her şeyden önce üst yönetimden bir şey beklemesinler. Üst yönetimden Bahçeli’ye karşı bir tepki gelmez. Gelse de bu tepki etkili olmaz. Asıl tepkiyi koyacak olan tabandır. Yani Ülkü Ocaklarıdır. Ülkü Ocakları şu sinyali vermeli; artık istifa etmelisin! Bu sinyal işe yaramazsa işte o zaman Atsız ve arkadaşları gibi rozetler atılmalıdır. Partiye bağlılık gösterilmez, davaya ve ideolojiye bağlılık gösterilir. Eğer sen, ben dava adamıyım ideolojimden vazgeçmem diyorsan, bunu yeni bir parti oluşumunda da yapabilirsin. Zaten davalar ve ideolojiler parti içine girdiğinde mutlaka devşirilirler. Uzun sözün kısası Milliyetçi kesim sınıfta kalmıştır ve acil toparlanmaya ihtiyacı vardır.

1 Kasım seçimlerinin birde HDP tarafı var. HDP 7 haziran seçimlerine göre %3 bir düşüş yaşadı. Fakat yine de bu seçimin zaferle de olmasa başarılı partisi olmuştur. Oy kaybına rağmen başarılıdır çünkü; daha önce meclise parti olarak giremeyen siyasi kanat ikinci defa meclise girme başarısı göstermiştir.