11 Mart 2017 Cumartesi

ÜLKÜCÜ İŞİNİ YARIM BIRAKMAZ MI?

Geçmişte, bir başka değişle sağ sol olaylarından sonra ülkücülere bir kalıp yerleştirildi ve günümüze kadar bu kalıp kullanıldı kullanılmaya da devam ediyor. Neymiş efendim ülkücüler eli kanlı bir mafya bozuntusu imiş. Geçmişte sağ sol olaylarında çok solcu canı almış. Tabi bu suçlamalar solculardan ve muhafazakar kesimden geliyor ülkücülere. Ülkücüler eli kanlıydı da solcular çok mu masumdu peki? Onlar hiç silah kullanmadı ve insan öldürmedi de hep ülkücüler mi öldürdü? Bu suçlamalara sadece yersen! Denilebilir. Başka bir kalıpta ülkücülerin hali hazırda  mafya ve kabadayı gibi davrandıklarını ve ülkü ocaklarındaki yönetimlerinin vasıfsız oldukları yönünde. Tabi şehit Fırat’ı siz kabadayı olarak gösterirseniz, en büyük acımasızlığı yapmış olursunuz şayet o vatanı için şehit düşen bir ülkücüydü. Gerçekten de ülkü ocaklarında vasıfsız ve mafya bozuntuları mı vardı derken? Türkmen beyi Devlet Bahçeli bir açıklama yaptı: “Ülkücü işini yarım bırakmaz.” Bu söz MHP muhalif kanadından olan Sinan Oğan’a saldırıdan sonra denilmişti. Daha sonra diğer muhaliflere Özdağ ve Halaçoğlu’na saldırıda bulunuldu. Ve Türkmen beyi hala aynı söylemlere devam etti.
Ülkücü işini yarım bırakmaz…
            Bu nasıl talihsiz bir cümledir ki ülkücülere yapılan suçlamalara ve düşmanlarını sevindirmiştir. Peki bu cümleyi ülkücülerin lideri nasıl söyleyebilir. Ülkücü nedir? Ülkücü vuran kıran öldüren kabadayılık yapan git deyince giden gel deyince gelen bir kukla mıdır? Yoksa ülkücü vatanı için savaşan vatanperver bir istiklal öncüsü müdür? Ve hareketin lideri bu sözleri söyleyemez. Yada söylememeli. Evet. Ülkücülerin mizahında bir sertlik var. Olmalı da. Fakat ülkücüler asla kabadayı ve mafya bozuntusu değillerdir.
Koltuk sevdası…
            Devlet Bey son zamanlarda ağır seçim kayıpları yaşamış ve koltuğu sallantıya girmiştir. Üstelik bu sefer koltuk gitti gidecek konuma gelmiştir. Bir de karşısındaki muhalifler oldukça güçlüdür. Bahçeli o koltuğu kendi kendine bırakmayıp değişik yollara gitmiş ve muhalifleri bertaraf etmeye çalışmıştır. Fakat buda işe yaramayınca yıllardır karşı çıktığı sayın Erdoğan ile aynı safta yer almış ve evet propagandası yürütmeye başlamıştır. Daha önce başkanlık sistemine şiddetli bir şekilde karşı da çıkmışlığı vardır. Ama siyasettir bu zamanla fikirler değişebilir. Fakat Bahçeli’ninki öyle görünmüyor. Onun ki koltuğunu sağlamlaştırma ve muhaliflere direnme planı gibi görünüyor. MHP bitiyor, bitiriliyor.
Akşener felaket olur. Özdağ lider ve diğerleri de yardımcı olursa MHP uçar.
            Akşener hakkında fetö suçlamaları var. Ama bu suçlamalar ne kadar gerçek ne kadar doğru onu bilemem. Ama bildiğim çok iyi bir şey var oda; Akşener’in MHP’nin başına gelirse felaket olacağı. Çünkü Akşener lider vasıfta değil. Siyasi yöneticiliği zayıf. MHP’yi iktidar yapsa bile ülkeyi yönetecek vasıfta değil. Yani kısacası Akşener, Devlet Bahçeli’nin bayan versiyonudur. İşin ilginç tarafı, MHP’li adaylar arasında da en çok onun taraftarı bulunmaktadır. Bir diğer aday Ümit Özdağ, herek ilmiyle gerekse vizyonuyla MHP’ye yakışan bir genel başkandır. Sinan Oğan ve Halaçoglu’da ona yardımcı olduğu takdirde MHP’yi çok iyi yerlere getirirler. Ama Akşener’e dikkat etmek lazım. Başa o geçeceğine Devlet beyin kalması daha mantıklı.
Birlik ve beraberlik çok hoş ama ne kadar samimi?

            Erdoğan ve Bahçeli arasındaki ittifak çok hoş… Türkiye’de iki siyasi figürün birlikte hareket edebilmesi hasret kalınmış durumlardandı. Sayın Erdoğan’a Çağrı beylik, Bahçeli’ye ise Tuğrul beylik çok yakışır. Tarihten anlayanlar neden bu ikiliyi Erdoğan ve Bahçeli’ye benzettiğimi anlamışlardır. Ama bu birlik ve beraberlik ne samimi? Koltuk ve kendini sağlamlaştırma politikası sonucu bir birlik oluşturulduysa, bu birlik ve beraberlikten fazla bir şey de bekleyemeyiz…


ADVOCAT'IN SUÇU NE?

Bir ordu düşünün. Güçlü ve potansiyeli yüksek bir ordu… Bu ordunun komutanı da hatırı sayılır güçlü bir komutanı var. Ama her nedense bu ordu savaşlarda başarısız oluyor. İşte Fenerbahçe’nin tamda durumu bu… Kağıt üstünde bakıldığında güzel bir kadrosu ve iyi bir teknik direktörü var. Ama işler pekte yolunda gitmiyor. Son zamanlarda galibiyet almayı başarsa da takım pek iyi görünmüyor. Şampiyonluk da gitti sayılır. Peki Fenerbahçe neden bu durumda?

Takımlar kötü gittiğinde, bunun sorumlusu olarak teknik direktörler gösterilir. Daha sonrada oyuncular ve yönetim. Doğal olarak da Fenerbahçe de ki bu kötü gidişin sorumlusu olarak, teknik adam Advocat gösterildi. Daha sonra zincirleme olarak oyuncular ve yönetim. Yalnız Advocat’a bu kadar yüklenilmesi pek doğru değil. Zira Advocat bu sezonki ikinci teknik direktör. Advacot’tan önceki teknik direktörde başarılı olmamıştı.

Fenerbahçe’deki problemlerden bir tanesi ve en büyüğü oyuncuların yetersizliği ve ruhsuzluğu… Kağıt üstünde baktığımızda oyuncular yüksek potonsiyelli görünse de bunu sahada yansıtamıyorlar. Dikkat ettiğinizde Advacot’ın basın toplantılarında oyuncularının neden böyle oynadıklarını anlamadığını belirttiğini ve onları eleştirdiğini görürsünüz. Yani problemin çoğu teknik adamlarda değil oyuncularda. Hangi teknik direktör gelirse gelsin bu oyuncularla en çok ligde ikinci olunur ve ötesine geçilmez.

Bunların dışında Fenerbahçe de yerli oyuncu problemi var. Fenerbahçe eskiden beri Anadolu klüplerinde ki en iyi yerli oyuncularını diğer büyüklerle alma yarışına girmiş, bu oyunculara yüksek mevlalar ödemiştir. Ama bu oyuncular beklenileni bir türlü verememiştir. Örneğin eskilerden Mehmet Topuz, şimdilerden ise Alper topuk ve Ozan Tosun. Bu oyuncular Anadolu klüplerinde isim yapmış olmalarına rağmen Fenerbahçe’ye fazla bir katkıda bulunamamışlardır.


İşin özetine gelecek olursak, Fenerbahçe’deki temel sorun teknik direktör sorunu değil oyuncu sorunudur. Bu oyuncularla gelecek sezonda Fenerbahçe’den bir şey beklenemez. Kadroda derin değişiklikler yapılırsa, aç ve hırslı bir teknik direktörde bu kadronun başına getirilirse o zaman Fenerbahçe şampiyonluk düşünebilir.




5 Mart 2017 Pazar

PAYİTAHT ABDULHAMİD

Son zamanlarda tarihi diziler ve filimler televizyon ekranlarında ve sinema salonlarında sıkça gösterilmeye başlandı. Özellikle televizyon dizileri pek meşhur oldu ve izlenildi. Kuşkusuz bu diziler Türk halkının tarih öğrenmesinde ve tarih bilincine sahip olmasında büyük rol oynadı. Çok geniş bir tarihimiz olmasına rağmen ve eğitim sistemimizde tarih öğretimine önem vermemize rağmen, toplumumuz bir türlü tarih öğrenemiyordu. Fakat tarihi diziler sayesinde insanlarımız, Sultan Süleyman’ı onun babası Yavuz’u şehzadelerini sinema filmiyle İstanbul Fethinin detaylarını öğrendi. O kadar ki Sultan Süleyman’ın Şehzade Mustafa’yı boğdurması bile çok tartışıldı. Bunlar hep tarihi dizi ve filimler sayesinde gerçekleşti. İnsanlar, Ertuğrul Gazi’yi Süleyman Şah’ı,  Osmanlının kuruluşunu ve eski Türk geleneklerini öğrendi.
Kurgu şart…
         Meşhur tarihi diziler oynarken reyting rekorları kırarken tartışmalara da yol açtı tabi. Tarihçiler ve tarihini savunanlar yada muhafazakar kesim Sultan Süleyman’ı ve Osmanlı’yı yanlış tanıtılmasından çokça şikayetçi oldular. Pekte haksız sayımazlardı. Eğer siz tarihi diziyi tarihe sadık kalarak içine kurgu katmadan yaparsanız o dizi izlenmez. Kurguya mutlaka yer vermeniz gerekir. Tabiki bunun dozajını iyi ayarlamak lazım. Kurgunun yanında oyuncularında, kaliteli ve rolü iyi taşıması çok önemli tabi.
Payitaht Abdulhamid…
         Tarih severler ve son zamanlarda tarihi dizileri izlemeyi svenler yıllardır. Abdulhamid dizisi bekliyorlardı. TRT daha önce Abdulhamid’in dönemini anlatan dizi denemeleri olmuş fakat bir başarı ve ilgi getirememişti. Nihayet beklenen dizi geldi… “Payitaht Abdulhamid” . Dizi oyuncu kadrosu ve hikayesi bakımından ilgi çekici ve kaliteli tabi ki kurguya bolca yer verilmiş. Dizinin  reytinglere bakıldığında ve oyuncu kadrosuna bakıldığında uzun soluklu olacağı belli. Fakat her tarihi dizilerde olduğu gibi içinde yanlışlar var. Ama bu yanlışları getiren kurgusallıktan başka bir şey değil. Bu başarılı projeleri yapanı tebrik etmek ve bu tip projelerin devamının gelmesini temenni etmek gerekir.

Tabulaştırmamak ve Abartmamak Lazım…

         Dizide Abdulhamid gereğinden fazla abartılmış ve resmen tabulaştırılmıştır. Evet Abdulhamid mükemmel bir padişahtı. Dedeleri Fatih ve Süleyman gibi bir sultandı. Fakat Abdulhamid’i bu kadar abartmak ve onu tabulaştırmak ona verilmiş en büyük zarardır. Zira o zaten büyük bir kişiliktir. Abartmadan ve tabulaştırmadan onu abartmadan anlatmak en doğru olandır.



3 Mart 2017 Cuma

PARA PAGANİZMİ

paganizmin bir diğer adı da putperestliktir. Yani paganizm bir heykele veya puta tapmak onu tanrısallaştırmak manasına gelir. Bu tapınma sadece heykel değil aşkın olmayan herhangi bir şeye tapmakla da olabilir. Bir eşya veya hayvan yada bir figür gibi… Erhan Altunay yakından takip ettiğim önemli stratejist, ezoterik konularla ilgilenen, sembol bilimiyle uğraşan tarih ve pagan konularını araştıran önemli bir yazardır. Paganizm-1 ve Paganizm-2, Masalcı ve Ayasofya’nın Gizemli Tarihi adlı kitapları vardır. Son dönemlerde de baya meşhur olmuştur. Özellikle Masalcı kitabını okumanızı tavsiye ederim. Yani Erhan Altunay, rahmetli Aytunç Altındal gibi ezoterik bilgilere kafa takış bir isim. Erhan Bey geçende bir programda şu sözleri söyledi ve benim derinden dikkatimi çekti. “Dünya siyasetini belirleyen en önemli şey sanal para akışıdır. Savaş ve küresel terör bundan beslenmektedir”. “Bankalar artık bir mabet haline geldi. Kutsal bir yermiş gibi insanlar bankamatik kuyruklarına ve giriyor. Banka insanı kendine köleleştirdi”.

Bu sözler beni derinden etkiledi. Erhan bey gerçekten de haklıydı. Bankalar bizi kendine köleleştirmişdi. Toplumumuzun çoğunluğu bankasız yapamamakta. Sanki bir ibadet yerine gitmiş gibi banka kuyruklarında ve bankamatik sıralarında beklemekteyiz. Buralara düzenli olarak gitmekteyiz. Bankalara karşı bir bağımlılık söz konusu. Aslında bankalar içten içe yeni bir din olmuş ve bizlerde o dinin mensupları olmuşuz. Bu yeni dinin ismi “para paganizmi” olmuştur. Şimdi düşünelim. İnsanın elinden gelmeyen şeyleri onun yetmediği yerde ona yardım olacak şey nedir? Tabi ki bir aşkın varlık. Yani Yaratıcı, Allah Tanrı. İnsanlar eskiden evlenmek isterlerdi. Ama paraları olmazdı. Hemen dua ederlerdi. Allah’ım bana güç ve para ver de artık evleneyim diye. Ya da iş kurmak isteyen bir genç: “Allah’ım bana dükkan açacak kadar para ver de işimi kurayım”. Artık bu dualara gerek kalmadı. Bankalar sağladıkları kredi olanakları ile insanların bu tip problemlerine çare olabilmektedirler. İş için kredi, ev için kredi, evlilik için kredi bankalarda her şey mevcut. Yani senin gücünün yetmediği yerde artık bankalar var. Yani bankalar senin olmayan parayı seninmiş gibi sana eriyorlar. Seni kendilerine bağlayıp köleleştiriyorlar. Her ayın beşinde yada on beşinde borcunu ödemek için bankamatiklere koşuyorsun. Bu uzun bankamatik kuyrukları ve banka gişe sıraları uzaktan bakıldığında bankayı bir ibadet yeri, sıraya girmiş insanlar da ayin yapmakta olan müritler gibi göstermektedir. Eskiden Türk halkı fakirdi yoksuldu. Ama bu fakirlikte bu yoksullukta İstiklal mücadelesini vermeyi ve kazanmayı bildi. Peki şimdi hayat standartlarımız yüksek. Paramız var. Ama eski fakir halk gibi bir İstiklal mücadelesinin altından kalkabilir miyiz? Hayat standartlarımız düşürüp savaşabilir miyiz? Bize verilen ve bizim olmayan paralarla bizi borçlandıranların hesabı da bu yönde zaten. Bizi kendilerine bağlayıp, hayat standartlarımızı yükletip, kafamızı meşgul ederek bize bazı şeyleri unutturmaya çalışıyorlar. Bize bazı lüksleri vererek o lüksleri kaybetmeme derdine düşürüyorlar. Eskiden halk yoksuldu ama borçlu değildi. Öyle kaybedecek bir akıllı telefonu ya da süper net televizyonu yoktu. Bir vatanı vardı birde tarlası. Sadece derdi oydu. Ve bu derdi ile birlikte vatanını kurtardı.

Şimdi bizler düşünelim. Kaybedecek ne kadar çok şeyimiz var. Fakat hangisi gerçek hangisi bizim? Bu hususta önceden de belirttiğim gibi Erhan Altunay’ın ‘Masalcı’ adlı kitabını doğrudan tavsiye ederim. Uzun sözün kısası hayatta eşya ve canlı sonludur. Bitmeyen tek şey bizi yaratan aşın varlıktır. Bunun için dikkatli olalım ve sonlu ve bizim olmayan şeylere bağlanmayalım.


Not: bağlanmak konusu hakkında fikir kalesi sayfamızda “Hayatın biticiliği ve sonlu olaması Üzerine” adlı yazıyı bulabirisiniz.



31 Ocak 2017 Salı

İslam'ın Son Kalesi Türkiye

Son zamanlarda Batılı güçlerin İslam Dünyasına karşı etkisi artmaya başlamıştır. Bu etki İslam Dünyasının gardını düşürmeye yönelik bir etkidir. Batılı ülkeler İslam dünyasında bir etki yaratarak, bu ülkelerde hakimiyet kurmak ve kendi politikalarını yürütmek istemişlerdir. İslam Dünyasına genel olarak baktığımızda da bunu başardıklarını rahatlıkla görebiliriz. Amerika ve onu ardından elen batılı güçler Arap Baharını icat ederek, zaten hakimiyeti altında tuttukları Arap ve İslam ülkelerinde mutlak hakimiyet kurmayı başarmışlardır.

Arap baharından sonra hakimiyeti altına alamadıkları iki İslam Ülkesi kalmıştı. Bunlar İran ve Türkiye idi. Aslından bu hakimiyet altına alınamayan iki ülke tam bağımsız ülkeler arasında sayılamazlar. Türkiye politikalarında ABD’ye bağlı iken, İran ise Rusya’ya bağlılık gösteren bir ülkedir. Fakat diğer İslam ülkelerine baktığımızda bu ilik ülke bağımsız olarak gösterilebilir. İşte 15 Temmuz darbe girişimi hakimiyet altına alınamamış ülke olan Türkiye’yi hakimiyet altına alma operasyonundan başka bir şey değildir. Amerika ve ardından gelen batılı güçleri Türkiye üzerinde egemenlik kurabilmek için FETÖYÜ kukla olarak kullanmışlardır.  Bunu CIA ve ABD’nin darbe sonra sergilediği pasif durumdan rahatlıkla anlayabiliriz.

15 Temmuzda yaşanan darbe, Türkiye’nin dış politikasını ve müttefikleri ile olan ilişkisini gözden geçirmesini neden olmalıdır. Türkiye bilindiği üzere bir NATO ülkesidir. NATO bünyesinde bulunun bir ülkede eğer iç veya dışsal bir nedenden dolayı(örneğin ülkemizde yaşanan darbe gibi) kargaşa yaşanırsa hemen NATO ülkeleri buna müdahale eder ve o ülkeye yardımcı olur. Başka bir deyişle NATO bünyes,nde barındırdığı ülkelerle iş birliği halinde olarak, bu ülkeleri her türlü tehditten korumak için var olan bir kuruluştur. Fakat bakıldığında Türkiye’de darbe gerçekleşirken hiçbir NATO ülkesinden destek ve yardım gelmedi. Bırakın yardımı NATO’nun patronu olan ABD’nin darbede parmağı olduğu öne sürüldü. Üstelik bu iddia  oldukça sağlam bir iddia idi. Bu nedenlerden dolayı Türkiye yeni ittifaklar peşinde olmalı ve yeni politikalar belirlemelidir.

15 Temmuz darbesini planlayanlar sadece FETÖ değil onun üst akıllarıda bu iş içinde idi. Yalnız başarılı olamadılar. İslam’ın son kalesi olan Türkiye’yi yıkamadılar. Türk milletinin güçlü iradesi ve korkusuz yapısı bir kez daha meydana çıktı ve bu şer güçlere izin vermedi.  İşte bu yüzden Türkiye İslam’ın son kalesi… Hatta Küresel sisteme ve otoritelere karşı son güç. Bu gücü yıkmak yok etmek öyle çokta kolay değil. Türk milleti daha öncede yok edilmek istendi fakat sadece beli bükülebildi. 15 Temmuzda da anlı ak ve güçlü bir şekilde kendini korumasını bildi. Şer gücler bilsinler ki burası ne Mısır nede Libya. Burası yedi düvele meydan okumuş korkusuz Türk milletinin cennet vatanı. Bu sözler kibirden dolayı değil. Şanlı Türk tarihinin cümleye dökülmüş halidir. Sadece söz değil kanla ölümle azimle ispatlanmış bir göstergedir.
                        Allah şahidimiz ki köle olmayacağız

                        Allah şahidimiz ki asla esareti kabul etmeyeceğiz






Araplar Hainlik Yaptı Mı?

Tarihsel bir durum vardır. Tarih boyunca konuşulmuş, tartışılmış ve hala tartışılmakta olan bir durum. Bu durumun ismi Araplar Osmanlı’ya ihanet etti mi? Etmedi mi? Konuyu açacak olursak sorun daha iyi anlaşılabilir. Osmanlı Suriye’de ve Hicaz bölgesinde yabancı güçlere karşı savaşırken, kurtuluş mücadelesi verirken Şerif Hüseyin önderliğindeki Araplar yabancı güçlerle birlikte olup Osmanlı’ya karşı savaşmışlardır. Bu durum 20 yüzyılda yaşanırken, buna benzer bir durum daha önceleri Osmanlı’nın parlak dönemlerini yaşarken de gerçekleşti. Ünlü denizcimiz Hızır Reis Tunus’u fetih etmek üzereyken Tunuslu Araplar İspanyollara yardım etmişler ve Fethi önlemişlerdir. Sonunda da İspanyollardan zulüm ve ölüm görmüşlerdir. Bu yazdıklarımın kaynaklarını merak edenler için Mustafa Armağan “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı-1” kitabında ve Talha Uğurluel’in yazılarında ve bir çok tarihi kaynakta bulabilirsiniz.

Aslında benim bu yazıda anlatmak istediğim şey tarihi bir gerçekliği ispat etmekten ziyade duruma kavramsal ve felsefi bakmaktır. Arapların bu yaptıkları ihanet sayılır mı? Bu yapılanlar bütün Araplara yüklenmesi doğru bir şey midir? Gibi konulara aydınlık getirmektir.

Araplar tarihte, yabancı güçlerle birleşerek Osmanlıya karşı savaşmalarının en büyük sebeplerinden birisi, kendilerine ait bir devlet kurabilme isteğidir. Bunun dışında yabancı güçlerin kışkırtmaları ve kötü niyetli yöneticilerinde payı var. Arapların kendilerine ait bir devlet kurma istekleri masum ve doğal görünse de bu istekleri hem kendileri için hem de İslam alemi için kötü ve acılı sonlanmıştır. Şerif Hüseyin’e bağımsız bir Arabistan sözü verilmiş ve bu söz yerine getirilmemiş , Suriye’de katliamlar yapılmış ve Tunus’ta İspanyollarla birleşip Osmanlıya karşı savaşan Araplar İspanyollardan zulüm ve ölüm görmüşlerdir.


Konun asıl mühim noktası günümüzde Araplara hain demek ya da onlara hain dememektir. Her bir Arap için hain demek abukluk olduğu gibi tarihi unutup Arap dünyasının yaptığı yanlışları da unutmak hata olur. Araplar geçmişte bize karşı savaştıkları gibi, bizim içinde Çanakkale’de ve birçok cephede de savaşmışlardır. Onun için bırakalım Araplara hain demiyelim, geçmişte yapılan yanlışlar var diyelim. Araplar Osmanlı’ya karşı yabancı güçlerle savaşarak bize hainlik değil kendilerine ve İslam dünyasına hainlik yapmışlardır. Tarih bize bunu çok acı bir biçimde göstermiştir.

12 Mayıs 2016 Perşembe

ULUSAL YAPININ TÜRKİYE İÇİN ÖNEMİ...

Türkiye için ulusal devlet yapısı çok önemlidir. Türkiye özü ve hammedesi itibarı ile ulusalcı bir yapıya sahiptir. Ulusalcı yapı demek, milli bir yapı demektir. Yani Türkiye’nin bir millet anlayışı vardır. Bahsettiğimiz bu millet Türk Milletidir. Fakat Türkiye’nin millet anlayışı etnik bir millet anlayışına dayalı değildir. Türkiye’de farklı etnik gruplar vardır. Ve bu etnik gruplar Türk milleti çerçevesinde ele alınır. Bu çıkarımlardan sonra insanın aklına şöyle bir soru gelebilir? Türkiye’de farklı etnik gruplar olmasına rağmen, neden Türkiye, Türk milleti adıyla bir ulusalcı çerçevede görülüyor? Bu soru çok doğal bir sorudur. Çünkü Türkiye’nin millet anlayışına ilk baktığımızda bir ırka dayalı anlayış görebiliriz. Lakin bu böyle değildir. Türk milleti dediğimizde, Türkiye Cumhuriyeti içerisinde yaşayan, bütün etnik gruplar akla gelmelidir. Çünkü Türk milleti bütün etnik grupları kapsar. Türk milleti deyimi bir ülke içerisinde toplanmış farklı kökendeki insanların ortak adlandırılma biçimidir. Bu duruma bazıları üstün kimlik olarak adlandırsa da ben bu sözden hoşlanmadığım için “ortak kimlik” diyeceğim.

  Neden Türk Milleti?
Türk milleti demek sadece Türk’e hizmet etmek değildir. Türk milleti demek, Türkiye Cumhuriyeti içerisinde yaşayan bütün insanlara hizmet etmek demektir. Çünkü Tür Milleti deyimi bir “ortak kimliktir”. Peki, neden ortak kimlik olarak Türk kavramını kullanıyoruz? Neden Zaza milleti ya da Çerkez milleti değil de Türk milleti diyoruz? Bu soruların cevabı, Türk kelimesinin ve içinde bulunduğumuz Anadolu coğrafyasının tarihselliğinde yatmaktadır. İnsanoğlu bir tarihsel varlıktır. Doğar, devlet kurar, icatlar yapar, kültür oluşturur, dil oluşturur ve sonunda ölür. Daha sonra yeni bir kuşak gelir. Oda aynı şeyleri yapar. Bu süreç kendini tekrarlayarak devam eder. Türk kavramı da tarihsel bir kavramdır. Tarihte önemli bir yeri olan kadim bir topluluktur. Tarihte iz bırakmıştır. Anadolu coğrafyası 11yy. dan buyana Türk isimleri ile bilinmiştir. İstiklal mücadelesi ve onun sonrası da Türk kavramı üzerinde gerçekleşmiştir. Tabi ki bu mücadele farklı etnik gruplarla birlikte yapılmıştır. Ama Düşmanlarımızın sözlerine baktığımızda Anadolu’dan Türklüğü silmek yönünden söylemlerini görebiliriz. İşte bu durum bile neden Türk milletini, ortak kimlik olarak aldığımızın en büyük göstergesidir.

Milli Kimliksiz Toplum ve Anti- Ulusalcılığın Tehlikeleri
Bazı sol siyasi düşünceler ve özellikle de Köminist düşünce yapısına sahip insanlar, milliyetsiz bir toplumdan söz ederler. Baktığımızda bu düşünce yapısının çok tehlikeli olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Yakın tarihte milliyetsiz bir toplum örneği olan Sovyetler vardır. Sovyetlerin ömrü fazla sürmemiş ve içinde barındırdığı topluluklar teker teker dağılmışlardır. Öte yandan altı tane resmi dili olan Sırbistan’da milliyetsiz bir toplum denemesi içerisine girmiş, ilk önce Karadağ daha sonra da Kosava’yı kaybetmiştir. Milliyetsiz toplulukların iyi örnekleri de mevcuttur. Fakat bu topluluklar düşünüldüğü gibi milliyetsiz topluluklar değildir. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri, içinde farklı etnik unsurları içinde barındıran milliyetsiz bir topluluk olarak gösterilmeye çalışılır. Fakat ABD konuştuğu dil ve yaşadığı kültür itibari ile İngiliz ortak kimliği altında tek bir millete dayalı toplumdur. İçinde bulundurduğu etnik yapıların tarihsel anlamda sağlam varoluşları olduğu için, yasalarca Amerikan ortak kimliği adı ile devletsel bütünlüğünü sağlamaya çalışmıştır. Ortak kimliğin etniksel bir temele dayandırmayan başka bir ülke ise İsviçre’dir. Orada da farklı birçok dil resmi dil olarak kabul edilir. İsviçre varlığı üstün refah seviyesinde sürdürmektedir. Fakat İsviçre’nin milli kimliğinin olmamasının dezavatajını yaşamaması onun Avrupa’nın finans ülkesi olmasından Gelmektedir. Ekonomisi sağlam bir ülke olduğu için farklı etnik gruplar orada rahatlıkla yaşamaktadır. Yani kimyası Türkiye’nin kimyasıyla aynı değildir.
   

   Uzun sözün kısası, Ulusal yapı sistemi Türkiye için çok önemlidir. Bu ülke eğer Anadolu Cumhuriyet’i şeklinde olmuş olsaydı. Çabuk bölünür ve parçalanır. Milli kimlik insanlara bir ortak hedef verir. Ortak hedefi olan insanlar ise kolay kolay yıkılmazlar. Onun için bir ortak kimliğimiz ve bunun akabinde bir ortak dilimiz olmalıdır.  Bu gün Türkiye için Osmanlı çok uluslu yönetim modelini örnek verenler. Türkiye’de yaşayan etnik grupların ve Osmanlı’da yaşamış olan etnik grupların yapısını bilmemekte ve Osmanlı’nın içinde yaşan etnik grupların tarihselliğini ve fazlalığından kaynaklanan çok uluslu yapıyı görmemektedirler. 



7 Mayıs 2016 Cumartesi

BİR GÜN DEĞİL HER GÜN ANNELER GÜNÜ

   “Anne” kelimesi söylemesi kolay, yaşaması dünyadaki hiçbir şeye benzemeyen, en güzel, anlatılmaz bir duygu…

   9 ay karnında taşıyan hastalanınca baş ucundan ayrılmayan, yanlışın olduğunda bazen kızgın bazen tatlı dille doğrusunu anlatan, kötülüklerden koruyan, bir yerin ağrısa içinden canlar kopan..
   Dışarıda saatlerce oynadığında sürekli cama çıkıp takip eden, terlediğinde sırtına havluyu koyan..
    Hele de kız çocuğuysan sen eve gelene kadar içi içini yiyen, gelince de derin bir oh çeken .. Değil midir anne?
    Annenin sevgisi bütün dünyayı kaplar. Aynı bizi kapladığı gibi..
    Ne yaparsak yapalım anne hakkı ödenmez.
    Cennet kokulu annelerimiz..

  “Anneler Günü” Allah'ın her günü anne günü değil midir zaten..
   Bu yazımı okuduğunuz da , eğer uzaktaysanız annenizi arayıp onu çok sevdiğinizi söyleyin eğer yakınındaysanız kocaman sarılın sadece bunu bugün değil her gün yapın..
  
   Anne  fedakardır..
   Anne sevginin karşılığıdır..
   Anne candır..
   Anne aşktır..
   Anne “her şey” dir..

Seni çok seviyorum “Annem”..
BİR GÜN DEĞİL HER GÜN ANNELER GÜNÜ

4 Mayıs 2016 Çarşamba

BAYANLAR VE ERKEKLER İÇİN “MODA”

   Kıyafet deyince kendilerine bütçe ayıran, bu yıl hangi ürünler modada diye bilgisayarın başına geçip saatlerdir kalkmayan , defileleri ve katalogları takip eden kişiye “kadın” diyoruz.
   Teknolojinin ilerlemesiyle bayanların kıyafetlere karşı ilgisi daha da çok artmıştır. Hemen hemen gereksiniminden fazla alışveriş yaparlar. Bunun yanında 2016 yaz modası erkeklerden çok bayanlara hitap ediyor. Kışa göre yazın üretilen giysiler daha çok çeşitlilik gösteriyor.
   Modayı sıkı takip edenler için bir çok farklı modeller ve çeşitlilik sunulmaktadır. Müşteriye daha kolay ulaşmak içinde defileler ve kataloglarla güçlendirilmektedir.
   Genelde müşterinin isteklerine göre üretim yapılmakta. Ne de olsa giyim insanların kişiliklerini yansıtmakta. Bu sebepten dolayı da giyinmeye çok dikkat etmek gerek.
Bayanlarda bu yaz sokak stilleri modası gibi görünüyor. Pantolon etekler, kayık yakalar, kısa üstler, geniş kemerler, büyük cepler vs. vs. bu yaz çok konuşulacağından bahse girebilirim..
   Erkekleri de unutmadık tabi. Ah bu erkeklerin çektiği ne eşlerinden, hiçbir şey de gözü kalmasın diye fazla mesai yapan, boğazından kesen fedakar erkekler sizleri de unutmadık.
   Koskoca dolabın sadece küçücük bir bölümünüz  olsa da giysi almak modaya uymak sizin de hakkınız..
   Erkeklerinde 2016 yaz modasına bakarsak eğer;
Bomber ceketleri ile nostalji rüzgarları estirecek gibi gözüküyor. Kırmızı , beyaz, ve lacivert uyumuna diyecek yok. Bu yıl yeşil ve yeşilin tonlarıyla çok karşılaşacağımız bir yıl olacak.
   Burada yaz yaz bitmez ama ben derim ki; bütün renkler çok güzel ve her şeyde kullanılmaya değer. Bileklikte, saatte, fularda , tişörtte, çanta da, etekte, elbise de vs. vs.
   “Moda aslında ihtiyaç oluşturma sanatıdır.” Diyor ve sözlerime son veriyorum.

Şimdiden iyi alışverişler.
BAYANLAR VE ERKEKLER İÇİN “MODA”

3 Mayıs 2016 Salı

İLK MARKA HZ. ADEM Mİ?

Yaşamımızda birçok ürün kullanırız. Birçok marka edinip, beğendiğimiz markanın ürünlerini kullanmaya çalışırız. Markaların bizi çeken bir albenisi vardır. Ürün sahipleri markalarını oluştururken, insanların ilgi, ihtiyaç ve isteklerine karşı duyarlı olarak seçerler. Bunu yaparken de doğadan, canlı ve cansız varlıklardan simgeler kullanırlar.
Marka kavramının insanın doğasından beslenerek ortaya çıkar.  Eğer iyi bir marka yaratmak istiyorsanız insan kişiliğine bürünmüş ürünler ortaya çıkarmanız gerekiyor. Reklamını iyi yapın, hedef  kitleyi iyi belirleyin ki o amacınıza ulaşın. Bir ürünü alırken hiç düşündünüz mü sizi almaya teşvik eden şey nedir? Ambalajı mı? Güvenilir oluşu mu? Size  samimi gelmesi mi? Yoksa sadece tadı  mı ? Bir ürünü alırken bunlar aklınıza geldiğinde göreceksiniz ki markasının yani kullandığınız ya da tükettiğiniz ürünün de bir kişiliği var.
Bilindiği gibi ünlü bir telefon markasının logosu ısırılmış elmadır. Isırılmış elmanın hikayesini hepimiz biliriz.  Hz. Adem, yememesi gereken bir elmayı yemiştir. Ve günah işlemiştir. Bu bilgiler doğrultusunda ilk marka acaba Hz. Adem mi sorusu akıllara geliyor.
Günahın bir çekiciliği vardır. Şevheti vardır. Kötü bir şeydir ama biz yine de günah işleriz.  Aynı Hz. Adem gibi. Belkide telefon markası bunun için ısırılmış elma logosunu kullanmıştır. Belki de farklı bir neden için. Bunu tam anlamıyla bilemeyiz fakat, Hz. Adem’in ilk marka olduğu apaçık bellidir. Çünkü O ilk yaratılandır. İlk insansı simgedir. Bunun için ilk marka Hz. Adem’dir.


İLK MARKA HZ. ADEM Mİ?