12 Mayıs 2016 Perşembe

ULUSAL YAPININ TÜRKİYE İÇİN ÖNEMİ...

Türkiye için ulusal devlet yapısı çok önemlidir. Türkiye özü ve hammedesi itibarı ile ulusalcı bir yapıya sahiptir. Ulusalcı yapı demek, milli bir yapı demektir. Yani Türkiye’nin bir millet anlayışı vardır. Bahsettiğimiz bu millet Türk Milletidir. Fakat Türkiye’nin millet anlayışı etnik bir millet anlayışına dayalı değildir. Türkiye’de farklı etnik gruplar vardır. Ve bu etnik gruplar Türk milleti çerçevesinde ele alınır. Bu çıkarımlardan sonra insanın aklına şöyle bir soru gelebilir? Türkiye’de farklı etnik gruplar olmasına rağmen, neden Türkiye, Türk milleti adıyla bir ulusalcı çerçevede görülüyor? Bu soru çok doğal bir sorudur. Çünkü Türkiye’nin millet anlayışına ilk baktığımızda bir ırka dayalı anlayış görebiliriz. Lakin bu böyle değildir. Türk milleti dediğimizde, Türkiye Cumhuriyeti içerisinde yaşayan, bütün etnik gruplar akla gelmelidir. Çünkü Türk milleti bütün etnik grupları kapsar. Türk milleti deyimi bir ülke içerisinde toplanmış farklı kökendeki insanların ortak adlandırılma biçimidir. Bu duruma bazıları üstün kimlik olarak adlandırsa da ben bu sözden hoşlanmadığım için “ortak kimlik” diyeceğim.

  Neden Türk Milleti?
Türk milleti demek sadece Türk’e hizmet etmek değildir. Türk milleti demek, Türkiye Cumhuriyeti içerisinde yaşayan bütün insanlara hizmet etmek demektir. Çünkü Tür Milleti deyimi bir “ortak kimliktir”. Peki, neden ortak kimlik olarak Türk kavramını kullanıyoruz? Neden Zaza milleti ya da Çerkez milleti değil de Türk milleti diyoruz? Bu soruların cevabı, Türk kelimesinin ve içinde bulunduğumuz Anadolu coğrafyasının tarihselliğinde yatmaktadır. İnsanoğlu bir tarihsel varlıktır. Doğar, devlet kurar, icatlar yapar, kültür oluşturur, dil oluşturur ve sonunda ölür. Daha sonra yeni bir kuşak gelir. Oda aynı şeyleri yapar. Bu süreç kendini tekrarlayarak devam eder. Türk kavramı da tarihsel bir kavramdır. Tarihte önemli bir yeri olan kadim bir topluluktur. Tarihte iz bırakmıştır. Anadolu coğrafyası 11yy. dan buyana Türk isimleri ile bilinmiştir. İstiklal mücadelesi ve onun sonrası da Türk kavramı üzerinde gerçekleşmiştir. Tabi ki bu mücadele farklı etnik gruplarla birlikte yapılmıştır. Ama Düşmanlarımızın sözlerine baktığımızda Anadolu’dan Türklüğü silmek yönünden söylemlerini görebiliriz. İşte bu durum bile neden Türk milletini, ortak kimlik olarak aldığımızın en büyük göstergesidir.

Milli Kimliksiz Toplum ve Anti- Ulusalcılığın Tehlikeleri
Bazı sol siyasi düşünceler ve özellikle de Köminist düşünce yapısına sahip insanlar, milliyetsiz bir toplumdan söz ederler. Baktığımızda bu düşünce yapısının çok tehlikeli olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Yakın tarihte milliyetsiz bir toplum örneği olan Sovyetler vardır. Sovyetlerin ömrü fazla sürmemiş ve içinde barındırdığı topluluklar teker teker dağılmışlardır. Öte yandan altı tane resmi dili olan Sırbistan’da milliyetsiz bir toplum denemesi içerisine girmiş, ilk önce Karadağ daha sonra da Kosava’yı kaybetmiştir. Milliyetsiz toplulukların iyi örnekleri de mevcuttur. Fakat bu topluluklar düşünüldüğü gibi milliyetsiz topluluklar değildir. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri, içinde farklı etnik unsurları içinde barındıran milliyetsiz bir topluluk olarak gösterilmeye çalışılır. Fakat ABD konuştuğu dil ve yaşadığı kültür itibari ile İngiliz ortak kimliği altında tek bir millete dayalı toplumdur. İçinde bulundurduğu etnik yapıların tarihsel anlamda sağlam varoluşları olduğu için, yasalarca Amerikan ortak kimliği adı ile devletsel bütünlüğünü sağlamaya çalışmıştır. Ortak kimliğin etniksel bir temele dayandırmayan başka bir ülke ise İsviçre’dir. Orada da farklı birçok dil resmi dil olarak kabul edilir. İsviçre varlığı üstün refah seviyesinde sürdürmektedir. Fakat İsviçre’nin milli kimliğinin olmamasının dezavatajını yaşamaması onun Avrupa’nın finans ülkesi olmasından Gelmektedir. Ekonomisi sağlam bir ülke olduğu için farklı etnik gruplar orada rahatlıkla yaşamaktadır. Yani kimyası Türkiye’nin kimyasıyla aynı değildir.
   

   Uzun sözün kısası, Ulusal yapı sistemi Türkiye için çok önemlidir. Bu ülke eğer Anadolu Cumhuriyet’i şeklinde olmuş olsaydı. Çabuk bölünür ve parçalanır. Milli kimlik insanlara bir ortak hedef verir. Ortak hedefi olan insanlar ise kolay kolay yıkılmazlar. Onun için bir ortak kimliğimiz ve bunun akabinde bir ortak dilimiz olmalıdır.  Bu gün Türkiye için Osmanlı çok uluslu yönetim modelini örnek verenler. Türkiye’de yaşayan etnik grupların ve Osmanlı’da yaşamış olan etnik grupların yapısını bilmemekte ve Osmanlı’nın içinde yaşan etnik grupların tarihselliğini ve fazlalığından kaynaklanan çok uluslu yapıyı görmemektedirler. 



7 Mayıs 2016 Cumartesi

BİR GÜN DEĞİL HER GÜN ANNELER GÜNÜ

   “Anne” kelimesi söylemesi kolay, yaşaması dünyadaki hiçbir şeye benzemeyen, en güzel, anlatılmaz bir duygu…

   9 ay karnında taşıyan hastalanınca baş ucundan ayrılmayan, yanlışın olduğunda bazen kızgın bazen tatlı dille doğrusunu anlatan, kötülüklerden koruyan, bir yerin ağrısa içinden canlar kopan..
   Dışarıda saatlerce oynadığında sürekli cama çıkıp takip eden, terlediğinde sırtına havluyu koyan..
    Hele de kız çocuğuysan sen eve gelene kadar içi içini yiyen, gelince de derin bir oh çeken .. Değil midir anne?
    Annenin sevgisi bütün dünyayı kaplar. Aynı bizi kapladığı gibi..
    Ne yaparsak yapalım anne hakkı ödenmez.
    Cennet kokulu annelerimiz..

  “Anneler Günü” Allah'ın her günü anne günü değil midir zaten..
   Bu yazımı okuduğunuz da , eğer uzaktaysanız annenizi arayıp onu çok sevdiğinizi söyleyin eğer yakınındaysanız kocaman sarılın sadece bunu bugün değil her gün yapın..
  
   Anne  fedakardır..
   Anne sevginin karşılığıdır..
   Anne candır..
   Anne aşktır..
   Anne “her şey” dir..

Seni çok seviyorum “Annem”..
BİR GÜN DEĞİL HER GÜN ANNELER GÜNÜ

4 Mayıs 2016 Çarşamba

BAYANLAR VE ERKEKLER İÇİN “MODA”

   Kıyafet deyince kendilerine bütçe ayıran, bu yıl hangi ürünler modada diye bilgisayarın başına geçip saatlerdir kalkmayan , defileleri ve katalogları takip eden kişiye “kadın” diyoruz.
   Teknolojinin ilerlemesiyle bayanların kıyafetlere karşı ilgisi daha da çok artmıştır. Hemen hemen gereksiniminden fazla alışveriş yaparlar. Bunun yanında 2016 yaz modası erkeklerden çok bayanlara hitap ediyor. Kışa göre yazın üretilen giysiler daha çok çeşitlilik gösteriyor.
   Modayı sıkı takip edenler için bir çok farklı modeller ve çeşitlilik sunulmaktadır. Müşteriye daha kolay ulaşmak içinde defileler ve kataloglarla güçlendirilmektedir.
   Genelde müşterinin isteklerine göre üretim yapılmakta. Ne de olsa giyim insanların kişiliklerini yansıtmakta. Bu sebepten dolayı da giyinmeye çok dikkat etmek gerek.
Bayanlarda bu yaz sokak stilleri modası gibi görünüyor. Pantolon etekler, kayık yakalar, kısa üstler, geniş kemerler, büyük cepler vs. vs. bu yaz çok konuşulacağından bahse girebilirim..
   Erkekleri de unutmadık tabi. Ah bu erkeklerin çektiği ne eşlerinden, hiçbir şey de gözü kalmasın diye fazla mesai yapan, boğazından kesen fedakar erkekler sizleri de unutmadık.
   Koskoca dolabın sadece küçücük bir bölümünüz  olsa da giysi almak modaya uymak sizin de hakkınız..
   Erkeklerinde 2016 yaz modasına bakarsak eğer;
Bomber ceketleri ile nostalji rüzgarları estirecek gibi gözüküyor. Kırmızı , beyaz, ve lacivert uyumuna diyecek yok. Bu yıl yeşil ve yeşilin tonlarıyla çok karşılaşacağımız bir yıl olacak.
   Burada yaz yaz bitmez ama ben derim ki; bütün renkler çok güzel ve her şeyde kullanılmaya değer. Bileklikte, saatte, fularda , tişörtte, çanta da, etekte, elbise de vs. vs.
   “Moda aslında ihtiyaç oluşturma sanatıdır.” Diyor ve sözlerime son veriyorum.

Şimdiden iyi alışverişler.
BAYANLAR VE ERKEKLER İÇİN “MODA”

3 Mayıs 2016 Salı

İLK MARKA HZ. ADEM Mİ?

Yaşamımızda birçok ürün kullanırız. Birçok marka edinip, beğendiğimiz markanın ürünlerini kullanmaya çalışırız. Markaların bizi çeken bir albenisi vardır. Ürün sahipleri markalarını oluştururken, insanların ilgi, ihtiyaç ve isteklerine karşı duyarlı olarak seçerler. Bunu yaparken de doğadan, canlı ve cansız varlıklardan simgeler kullanırlar.
Marka kavramının insanın doğasından beslenerek ortaya çıkar.  Eğer iyi bir marka yaratmak istiyorsanız insan kişiliğine bürünmüş ürünler ortaya çıkarmanız gerekiyor. Reklamını iyi yapın, hedef  kitleyi iyi belirleyin ki o amacınıza ulaşın. Bir ürünü alırken hiç düşündünüz mü sizi almaya teşvik eden şey nedir? Ambalajı mı? Güvenilir oluşu mu? Size  samimi gelmesi mi? Yoksa sadece tadı  mı ? Bir ürünü alırken bunlar aklınıza geldiğinde göreceksiniz ki markasının yani kullandığınız ya da tükettiğiniz ürünün de bir kişiliği var.
Bilindiği gibi ünlü bir telefon markasının logosu ısırılmış elmadır. Isırılmış elmanın hikayesini hepimiz biliriz.  Hz. Adem, yememesi gereken bir elmayı yemiştir. Ve günah işlemiştir. Bu bilgiler doğrultusunda ilk marka acaba Hz. Adem mi sorusu akıllara geliyor.
Günahın bir çekiciliği vardır. Şevheti vardır. Kötü bir şeydir ama biz yine de günah işleriz.  Aynı Hz. Adem gibi. Belkide telefon markası bunun için ısırılmış elma logosunu kullanmıştır. Belki de farklı bir neden için. Bunu tam anlamıyla bilemeyiz fakat, Hz. Adem’in ilk marka olduğu apaçık bellidir. Çünkü O ilk yaratılandır. İlk insansı simgedir. Bunun için ilk marka Hz. Adem’dir.


İLK MARKA HZ. ADEM Mİ?

30 Nisan 2016 Cumartesi

MİLLİYETÇİLİKTE KUDÜS ŞUURU


Kudüs şehrini başka şehirlerden ayıran, onu farklı yere koyan bir takım ayrıcalıkları vardır. Kudüs Yahudiler için, Hz. Davut’un İsrail başkentini ilk defa burası olarak belirlemesi ve oğlu Hz. Süleyman ilk tapınağı buraya inşa ettiği için(Süleyman Tapınağı) büyük bir öneme sahiptir. Hristiyanlar için Kudüs’ün önemi ise; Hz. İsa’nın çarmığa gerildiği yer ve burada yaşamış olmasından gelmektedir. Kudüs, Müslümanların ilk kıblesi olan Mescidi Aksa’nın burada olması ve Hz. Muhammed’in miraca yükseldiği yer olması sebebiyle İslamiyet için büyük bir öneme sahiptir. Görüldüğü gibi üç büyük din içinde Kudüs’ün önemi büyüktür. Bu sebepten tarih boyunca, bu dinlere mensup olan insanlar, onların kurdukları devletler ve kültürler bir birleriyle Kudüs için mücadeleye girmişlerdir. Kudüs’ün egemenliği tarih boyunca bu üç din tarafından el değiştirmiştir. Hristiyanların ordusu olan Tapınakçılar Kudüs’ü alabilmek için Müslümanlara bir çok kez haçlı seferi düzenlemişler ve bazılarında başarılı olurken, bazılarında da başarısız olmuşlardır. Kudüs şu an kısmen de olsa İsrail’in kontrolü altındadır. Fakat mutlak bir egemenliğinden söz edilememektedir. Bunun sebebi orada Müslüman bir devlet olan Filistin’inde egemenlik için savaş vermesinden kaynaklanmaktadır.

Yukarıda anlatılanlar Kudüs’ün tarihsel süreçteki konumu ve dinler açısından önemi idi. Şimdi anlatılacak olanlar, Kudüs’ün stratejik önemi ve milliyetçilik açısından sahiplenilmesi gereken bir figür olduğu olacaktır. Bu gün kısmen de olsa Kudüs’e İsrail hakimdir. İsrail tarih boyunca ilk defa bu denli politik anlamda hakimiyeti geniş bir devlet kurmuştur. Bu devleti kaybetmemek ve varlığı sürdürmek içinde kendi dini olan Yahudiliği ve bu din için önemli olan Kudüs’ü, kendi varlığını sürdürmek için bir koz ve temel olarak kullanmaktadır. Bu uğurda Büyük İsrail ve vaat edilmiş toprak idealini hedefleyerek varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. İsrail için vaat edilmiş topraklar Filistin ve Ortadoğu’nun bir bölümün kapsamaktadır. Bundan hareketle İsrail bu toprakları kendisine katarak, bununla yetinmeyip Türkiye’nin de bazı kısımlarını kendine katıp, Büyük İsrail’i kurmaya çalışmaktadır. Geçmişte, son yıllarda ve günümüzde Ortadoğu’nun karışık ve sürekli savaş halinde olmasının sebebi bu yüzdendir. Büyük İsrail yolunda İsraillerin önündeki en büyük engel tabi ki Türkiye ve Filistin’dir. Bunun için zaman zaman da Türkiye ile ters düşmüştür. Yani işin özeti İsrail Kudüs’ü kullanarak, kendini dünyada tek otorite olarak kabul ettirmeye çalışmaktadır.

 Kudüs’ün stratejik öneminden bahsettikten sonra, artık milliyetçiler için neden önemli olduğunu yada önemli olması gerektiği hususunda çıkarımlar yapabiliriz. Milliyetçilik demek, kendi mensubu olduğun milletin kültürünü, dinini, çıkarlarını ve ömrünü önemsemek ve bunları korumak demektir. Din aynı zamanda bir kültürdür. Aynı din farklı medeniyetlerde ana hatları korumuş şartına dayanarak farklılıklar gösterir. Bu farklılıklar milletlerin oluşturdukları kendine özgü kültürlerden kaynaklanmaktadır. Bu durum bize dinin aynı zamanda bir kültür olduğunu göstermektedir. Milliyetçilik ise kültürü korumak demektir. Milletinin yaşadığı toprağı, yani ülkesini şer odaklardan korumak demektir. Eğer bir ülkede kültür korunmazsa, o milletin kendine ait özellikleri bozulur ve miller olmaktan çıkar, hatta tarih sahnesinden silinir. Tarih sahnesinden silinen millet, ardında kendi içinde taşıdığı kültürünü, dinini ve dilini de götürür. Bunun için milliyetçilik çok önemli bir ideolojidir.

Buradan hareketle Milliyetçilerde Kudüs şuuru olması gerekmektedir. Bir dindar Kudüs’ü sahiplenip onu koruyabilir. Aynı şekilde bir dindar milliyetçide Kudüs’ü sahiplenip onu koruyabilir. Fakat ister inanan milliyetçi olsun ister inanmayan, yada inanıp da dindar olmayan milliyetçi olsun Kudüs’ü sahiplenip koruması gerekmektedir. Çünkü milliyetçilik için, kendi milletini, o millete ait kültürü, dini ve yaşadığı toprağı koruyan ideoloji tanımını yaptık. Bu gün İsrail, Kudüs’ü kullanarak, dünyada tek otorite olmak istiyor. Bu uğurda Türkiye’yi tehdit ediyor. Türk kültürünü ve dinini tehdit ediyor. Aynı dine sahip, dolayısıyla ortak kültürü olan Filistin’e eziyet ediyor. İsrail, Büyük İsrail ideolojisini hayata geçirmek için Türkiye’nin yok olmasına ya da zayıflatılması adına çalışıyor. Bunu da Kudüs üzerinde yapmaya çalışıyor. İşte bu yüzden milliyetçiler için Kudüs çok önemlidir. Milliyetçi bir kişi, İsrail’i tek otorite olarak kabul etmez. Hiçbir otoriteye boyun eğmez. Lider kendi milletidir. Fakat insan olarak herkesi eşit görür. İnsanların adalet içinde yaşaması için çırpınır. Fakat bu gün İsrail Filistin’deki insanlara bir hayvan muamelesinden daha beter bir muamele uygulamaktadır.


Milliyetçilikte aitlik duygusu vardır. Sahiplenme duygusu vardır. İslamiyet’te Türklerle özdeşleşmiş bir dindir. Bunun için bu dini korumalıyız. Ona ait her şeyi korumalıyız. Eğer ben milliyetçiyim diyorsan, vatanını milletini, dinini, kültürünü ve insanını korumak istiyorsan; İsrail’in farkında olmalısın. Kudüs’ün sadece dinsel bir figür olmadığının farkında olmalısın. Eğer ben milliyetçim diyorsan Kudüs bilinci edinmelisin. Şuan milliyetçilerin dışarda mücadele vermesi gereken güç, İsrail ve onun işbirlikçileridir. Eğer Kudüs bilincinde değilsen milliyetçiliğinde eksiklikler vardır. Bu eksikliklerde seni vatanından ve milletinden hatta kültüründen eder…


2 Nisan 2016 Cumartesi

AZERBAYCAN-ERMENİSTAN GERİLİMİ RUS TUZAĞI MI?

Son zamanlarda Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki gerginlikler artmış bulunmaktadır. Ermenistan sık sık Azerbaycan’a sınır tacizlerinde bulunmuş ve karşılığını da almıştır.  Bu gelişmeler doğrultusunda en son olarak Ermenistan sivil halkında etkilendiği bir saldırı düzenledi. Top ateşleriyle Azerbaycan’ı taciz etti. Bu taciz diğerlerinden oldukça farklı idi. Bu saldırıyı farklı kılan şeyler ise azda olsa sivillerin etkilenmesi ve saldırının yoğunluydu.  Ermenistan’ın düzenlediği bu saldırı karşısında  Azerbaycan sert bir tepki vererek karşı saldırıya geçti ve 12 şehit verdi. Bu karşı saldırıda Karabağ’ın yarısının kontrolü Azerbaycan’a geçti. Bu durum Azerbaycan ve Ermenistan’ın arasındaki çatışmanın ne kadar ciddi olduğuna önemli bir kanıttır. Tabi ki Azerbaycan’ın verdiği şehitlere üzülsek de Karabağ’ın yarısının Azerbaycan’ın eline geçmesine de muhakkak sevindik.  Çünkü Karabağ bir Türk yurdudur ve Azerbaycanlılarındır.

  Fakat burada asıl anlatmak istediğim problem veya sorun, Ermenistan’ın son zamanlardaki aşırı saldırgan tutumudur. Ermenistan’ın Karabağ’ı işgalinden sonra her iki devlette (Azerbaycan-Ermenistan) çatışma halindeydiler. Fakat yakın bir zamanda duruma Türkiye müdahale etmiş ve iki devletin arasında uzlaşma yolunu getirmeye çalışmıştır. Bu müdahaleden sonra ufak tefek çatışmalarda olsa her iki devlet sakinliğini korumuştu. Ne oldu da birden Ermenistan tekrar agresif  bir tutum sergilemeye başladı?

Acaba Ermenistan Türkiye’nin de arabuluculuğunu yaptığı protokolden rahatsız mı oldu? Yada bu uzlaşma çıkarlarına ters mi düştü de tekrar saldırgan bir yapı içerisine büründü?

Bilindiği gibi dünyada bir Suriye problemi var. Bu problem dünyanın tekrar kutuplaşmasına, Rusya ve Amerika gibi güçlerin karşı karşıya gelmesine sebep oldu. Acaba Ermenistan bu kutuplaşmadan faydalanmak mı istedi?
İşte benim burada vurgulamak istediğim ve aklıma takılan soru tam da budur. Suriye problemi sebebiyle Rusya sadece Amerika ile ters düşmedi. Aynı zamanda Türkiye ile de ters düştü. Bilindiği gibi Türkiye Rusya’nın savaş uçağını düşürdü. Bu yüzden Türkiye ve Rusya ilişkileri,  fena halde bozuldu. Bu uçak düşürme hadisesinde Azerbaycan eski Sovyet ülkesi olmasına rağmen nispeten de olsa Türkiye tarafında oldu diyebiliriz. Hatta Rusya ile Türkiye arasında ara buluculuk bile yapmaya çalıştı.


Acaba bu durumlardan Ermenistan faydalanmak istemiş olabilir mi? Bu bir Rusya ve Ermenistan tuzağa olabilir mi? Ermenistan’ın yaptığı en son saldırıdan sonra Türkiye sert bir tepki vermiş ve Ermenistan’ı uyarmıştı. Ermenistan bu uyarı karşısında yanına Rusya’yı çekmeye çalışabilir. Çünkü Türkiye ve Rusya ilişkileri kötü ve bundan yararlanmak isteyecektir. Yada Rusya uçak düşürme hadisesinin intikamını almak için Ermenistan’ın tarafında olup ilk önce Azerbaycan’ı yıpratmak sonrada Türkiye’yi yıpratmak isteyebilir. Yani bu bir Rus ve Ermeni tuzağı olabilir. Bu durumda Azerbaycanlı ve Türkiyeli stratejistler  ve siyasetçiler çok akıllı olmak zorundalar. Yanlış bir politika Azerbaycan’ı toprak bütünlüğü açısından, Türkiye’yi ise diplomatik açıdan oldukça güç duruma düşürebilir. Çünkü olay çok ciddidir. Yıllardır işgal alında bulunan Karabağ’ın yarısı kurtarılmıştır. Bu durum karşısında Rusya sessiz kalmayabilir. Hatta Ermenistan’ı kullanarak Azerbaycan ve Türkiye’ye zarar verebilir.



7 Mart 2016 Pazartesi

ORTADOĞU'DA KADIN OLMAK

8 mart dünya kadınlar günü… Bu günde kimi sivil kadın toplulukları lezbiyenlerin haklarını kimileri kadınların özgür olduğunu belirtmek için eylemler düzenleyecekler. Ama sadece kadın lezbiyen değil. Kadın sadece özgürlükten de eksik değil. Aynı  zamanda kadın kendi can güvenliğine de sahip değil. Bunun en büyük göstergesi, Ortadoğu’da yaşanan zor ve acımasız durumlardır. Ortadoğu’da kadın olmak bir başkadır. Eğer Ortadoğu’da kadın iseniz, kendi can güvenliğinizden şüphelisinizdir.. Ortadoğu’da kadın iseniz, 9 ay karnınızda gezdirdiğiniz ve sonra doğurduğunuz çocuğunuzun da can güvenliğinden emin değilsinizdir. Ne kadar da acı verici bir şeydir Ortadoğu’da kadın olmak. Kafanıza bombalar yağar, ölmekle kalmazsınız sadece…  Bir de tecavüze uğrarsınız işgalci güçlerin  askerleri tarafından. Mensup olduğunuz din vardır. Onu korumak için çabalarsınız. O kadınsı narin kalbinizle tüm mücadelenizi verirsiniz. Sonucunda ölüm ve tecavüz sizi bekler.

  Düşünün bir Iraklı kadını…  Yemeğini hazırlamış eşi ve çocuklarını doyurmak istiyor.  Tam sofraya otururken birden sofrasına bombalar yağıyor. O kurduğu aile saadeti yok oluyor. Canından oluyor. Çocuğundan evladından oluyor. Bir de kendi canından olmayıp da evinden, kocasından çocuğundan olan kadın da var.  Fakat bu durum karşısında onun döktüğü yaşa tarif yok . Nasıl damla damla akıttığı yaş onun çektiği acılar karşında, ona derya gibi geliyor. Şimdi düşünelim bir Filistinli kadını… Ben Müslüman’ım dediği için, İsrail postallarıyla çiğneniyor. Oğlu da Müslüman bu  Filistinli kadının. O da mücadelesini vermek için çatışıyor ve ölüyor. Bu seferde anne olan kadın evlat acısı çekiyor. Yine göz yaşları damla damla ama çekilen acılar derya.

   Ortadoğu’da kadının çektiği eziyetleri  örnek çok. Türkmen  bir anne oğlumu ve eşimi vatan savunmasına gönderdim ve şehit oldular diyor. Bu hayattaki  en değerlilerimi vatan için verdim diyor. Yine kalp kırgın, yine acının tarifi yok. Peki bizler kadınlar gününe hangi gözle bakıyoruz. Lezbiyenler gözünden mi? Yoksa daha fazla hakka sahip olmak isteyen kadınlar gözüyle mi? Bunlarda kadınlar için değerli şeyler olabilir, fakat Ortadoğu’da kadının yaşadıkları kadar ağır şeyler olabilir mi? Hiç içimiz acımıyor mu o kadınları görürken… Yada onlar ağlarken hiçmi gözlerimiz dolmuyor artık? Neden ses çıkartmıyoruz onların yaşadıkları kötü durumlara karşı. Onlara bu kötülükleri yapanlara neden tepki göstermiyoruz?

   Kadınlar günü batıda fabrikada ezilen kadınlar için çıkartılmış batı kökenli bir gündür. Peki bu günün batıda çıkmasına şaşırmak lazım mı ? Bence kesinlikle hayır. Çünkü İslam’da kadının yeri büyüktür. Kadın annedir. Ve bundan dolayı da Cennet ayakları altındadır. İşte bu yüzden kadınlar günü batı kökenlidir. Çünkü kadın batıda ezilmiştir ve böyle bir güne ihtiyaç duyulmuştur. Şimdi kadınları ezen aynı batı, Ortadoğu’daki kadınları eziyor. Onlara zülüm uyguluyor.
Başta savaş sebebi ile acı çeken kadınların olmak üzere  tüm dünya  kadınlarının kadınlar günü kutlu olsun

                                                                                                                          #FikirKalesi



13 Şubat 2016 Cumartesi

SURİYE ÇIKMAZI...

Bilindiği gibi Suriye uzun zamandır çok karışık bir durumda. Bu karışıklık sadece Suriye halkını değil dünyayı da etkilemekte. Bu durum karşısında dünyada ki devletlerin de Suriye politikaları var. Doğal olarak komşu ülkesi olan Türkiye’nin de bir Suriye politikası var. İlk önce işe, Suriye’deki iç çatışmanın ve karışıklıkların sebeplerini açıklayarak başlamak yerinde olacaktır. Suriye uzun zamandır, kendi seçtiği bir liderle yönetilmemektedir. Yani dikdatöriyel  bir yönetim vardır. Halkta bundan şikayetçi olmuş ve mevcut dikta yönetimine (Esad) tepki göstermeye başlamıştır. Bu tepki de ağır biçimde Esad tarafından bastırılmaya çalışılmıştır. Bu baskı sonucu Esad karşıtı olanlar Muhalifler adıyla bir örgüt kurup silahlı mücadeleye girişmişlerdir. Bu muhalif grubu da destekleyenler ülke dışındaki unsurlar, Amerika ve batı olmuştur. Bilindiği gibi Türkiye’de desteğini Muhaliflerden yana kullanmıştır.

Olayın Başlangıcı Arap Baharı…
Suriye’deki bu karışıklıkların kökeni yaşanılan Arap baharından kaynaklanmaktadır. Bir çok Arap ülkesinde halk, dikta yönetimlerden şikayetçi olmuş, Tunus, Mısır, Libya gibi ülkelerde devrim gerçekleştirip dikta yönetimlerini yıkmışlardır. Fakat yaptıklarının karşılığında refah,  gelişmişlik ve özgürlük ararken, yeni yönetimlerde de bunu bulamamışlardır. İncelendiğinde, bunları bulamamalarının sebebi Batılı ülkelerin olaylara dahil olması denilebilir. Çünkü tarih boyunca Batı’dan Doğuya iyimser bir yardım gelmemiştir. Bu nedenlerden hareketle, Suriye’deki özgürlük hareketlerinin sebebi de Arap Baharı  hareketinden kaynaklanmaktadır. Durumu biraz daha açmak, anlatılmak istenen şeyin daha iyi anlaşılmasına yol açacaktır. Bu durumu açmanın yolu da ABD’nin Ortadoğu planlarına bakıp, bunun paralelinde Suriye politikasına geçmek olacaktır.
ABD’nin Ortadoğu Planları…
ABD’nin petrol ve İsrail’i korumak gibi Ortadoğu’da ciddi planları vardır. Bu planlarını gerçekleştirmek içinde Ortadoğu’nun parçalanması gerekmektedir. Çünkü parçalandığında yutmak daha kolay olacaktır. ABD bu hedef doğrultusunda, ilk önce Afganistan daha sonrada Irak’ı işgal edip parçalamıştır. Parçalayamadığı ülkeler arasında Suriye ve İran kalmıştır. Özellikle İran İsrail ve ABD için ciddi tehdit oluşturmaktadır. İşte bunun doğrultusunda bir Arap Baharı Planı hazırlayıp ilk önce Tunus, Libya ve Mısır’ı karıştırmış daha sonra da sıra Suriye’ye gelmiştir. Suriye halkını özgürlük vaadiyle kandırıp ülkede isyan ve karmaşaya sebebiyet vermiştir. Bu durumu anlayan ve kendi çıkarlarına ters düştüğü için İran ve Rusya Esad’ın yanında yer almıştır.

Türkiye’nin Suriye Politikası…
Suriye olayında Türkiye Esad’a karşı bir politika sergilemektedir. Buna gerekçe olarak da Esad’ın kendi halkına eziyet ve kıyım yaptığını göstermektedir. Evet. Esad gerçekten de kendi halkına eziyet ve zulüm sergilemektedir. Fakat devletler realite ile yönetilir. Eğer Esad devrilirse Suriye’nin toprak bütünlüğü bozulur. Bu bozulan toprak  bütünlüğü de Türkiye’nin aleyhine olur. Bunun en büyük örneği Irak’ta yaşanmıştır. Saddam’ın devrilmesi ile toprak bütünlüğü bozulan Irak’ta, Türkiye’yi de olumsuz etkileyen Bölgesel Kürt yönetimi kurulmuştu. Suriye’deki toprak bütünlüğü yavaş yavaş bozulurken, PKK nın Suriye kolu olan PYD güçlenmiştir ve güçlenmeye de devam etmektedir. Bu durum bile Suriye’nin toprak bütünlüğünün bozulması durumunda Türkiye’nin çıkarına olamayacağını göstermektedir. Eğer Suriye’nin toprak bütünlüğü bozulursa Büyük Kürdistan’ın önü açılacak, Irak ve Suriye Kürt bölgeleri birleşip bağımsız bir devlet kuracaklar, daha sonrada sıra,  Türkiye’nin doğusuna gelecektir. Türkiye’nin doğusunu ele geçiremeseler bile bu yönde Türkiye’yi çok uğraştıracaklardır. İşte bu sebeplerden dolayı Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruması yönünde politikalar izlemelidir.

İşin birde mülteci yönü var. Esad’ın zulmünden kaçan Suriyeliler Türkiye’ye sığınmışlardır. Türkiye’deki mülteci sayısı 2.5 milyon olmuş durumda. Ve buna yönelik yapılan harcama miktarı oldukça yüksek. Avrupa ise bu durumda Türkiye’yi mülteci yurdu olarak görmekde. Doğal olarak bu anlayışta Türkiye’nin aleyhine bir anlayış olmuştur.


İnsan Suriye’deki insanların dramlarını görünce çok üzülüyor. İnsanlık ölmüş dememek için Suriye’ye yardım etmek gerekir, o halkı kabul etmek gerekir diyebiliyor. Gerçekten de öyle Allah hiç kimseyi bu duruma düşürmesin. Allah hiç kimseyi yurtsuz bırakmasın. Fakat birde realiteler var. Suriyelilere sonuna kadar kapılarımızı açmak yeterli bir sonuç doğurmaz. Onlara kendi yurtlarında barış içerisinde yaşamalarını sağlamak kalıcı bir çözüm oluşturur. Bunun içinde Türkiye’nin Suriye politikasını, Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana kullanması gerekmektedir. Hem kendisi için hem de Suriye için. Esad’a karşı olan batılı ülkeler ve ABD Suriye halkını düşünmemektedir. Eğer Suriye halkını düşünmüş olsalardı Esad şimdiye kadar devrilir ve özgür bir Suriye meydana gelirdi. Onlar sadece kendi çıkarlarını düşünmektedirler. Bu savın en büyük kanıtlayıcısı, Arap Baharı yaşayan ülkelerdir. Hiç biri vaat edilen özgürlüğe kavuşamamışlardır. Bunun için Suriye halkı ve Türkiye bu ülkelere kanmamalı ona göre şekillenmemelidirler…

11 Şubat 2016 Perşembe

AMERİKA İLE YAŞANILAN PYD KRİZİ

Amerika PYD’yi terör örgütü olarak kabul etmediğini açıkladı. Bunun üzerine Türkiye’den tepki üstüne tepki geldi. Peki ABD’nin Suriye politikasında önemli müttefiki olan Türkiye’ye karşı neden böyle bir tavır sergiledi? Bu tavırla Türkiye’yi kaybetmekten korkmadı mı? Bu soruların cevaplarını bulmak için geçmişe gitmemiz gerekmektedir. Zira ABD’nin bu tavrının nedenleri geçmişte saklıdır.
    
ABD, son Irak Savaşına girerken, Irak’taki ve Ortadoğu’daki bazı gruplara sözler ve teminatlar vermiştir. Bu sözlerden bir tanesi de Irak’taki ve Suriye’deki Kürtlere verilen sözlerdir. Irak’taki Kürtlere özerk devlet sözü vermiş ve savaştan sonrada bunu yerine getirmiştir. Zira şu an Irak’ta  Bölgesel bir Kürt yönetimi mevcut. Kürtlerinde bu doğrultuda büyük Kürdistan’ı kurma gibi bir hayalleri vardır. Bu hayal, Türkiye’nin belirli toraklarından tutunda Suriye ve Irak topraklarından oluşturulmak istenen bir Kürdistan hayalidir. Yakın bir zamanda da Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin başında olan Mesut Barzani’den Irak’taki Kürdistan için bağımsızlık referandumu oluşturacaklarını söylemişti.
   
Bu durumlar karşısında PYD’nin rolü de büyük ve önemlidir. Zaten Büyük Kürdistan’ı kurabilmek için, Suriye’deki iç karışıklıklardan yararlanıp ABD tarafına destek vermektedirler. ABD Suriye’yide işgal edip parçalamak istemektedir. Bu parçalanma durumunda da Irakta olduğu gibi terör örgütlerini kullanmaktadır. Irak’ta olduğu gibi Kürtlere bir devlet sözü yada ona benzer bir söz vermiştir ve burdan da PYD’den destek almaktadır. İşte ABD’nin PYD’yi terör örgütü olarak kabul edememesinin genel nedenlerinden bir tanesi budur.

ABD’nin PYD’yi terör örgütü olarak kabul etmemesinin nedenlerinden biri de Cenevre Görüşmelerinde yaşanan krizdir. Cenevre Görüşmelerine PYD’nin Türkiye engeline takılarak katılamaması PYD ve  ABD arasında soğuk rüzgarlar estirmişti. ABD’nin Türkiye’den gelen tepkilere inat  PYD’yi terör örgütü olarak kabul etmemesi bir gönül alma durumundan ibarettir. Bu şekilde PYD ABD ittifakı bozulmamıştır.

  

Ortadoğu’da yaşanılan Suriye krizi Türkiye’nin lehine değil aleyhine işlemektedir. Suriye üzerindeki dış politika tekrar gözden geçirilmelidir. Zira şu anki politikayla devam edilirse Türkiye için sonuçları ağır olabilir. Bu eksende Türkiye’nin politikası Ortadoğu’daki komşularının toprak bütünlüğünden yana olmalıdır. Çünkü Türkiye’nin toprak bütünlüğünü de etkileyecek olan Büyük Kürdistan hayali vardır. Eğer Suriye bölünürse, ilk önce Irak’taki Kürdistan bağımsız olacak, Suriye’de özerk bir Kürt bölgesi kurulacaktır. Daha sonrada bu iki Kürt bölgesi birleşip bağımsız bir Kürdistan kuracaklardır. Son aşama olarak da sıra Türkiye’nin doğusuna gelecektir.