17 Aralık 2014 Çarşamba

VATİKAN'IN DÖNÜM NOKTALARINDA ROL ALAN TÜRKLER

Bilindiği gibi Vatikan çok gizemli ve tartışmalı bir yerdir.86 hektarlık  bir alanda kurulmuş olan Vatikan'ın bin küsür nüfusu vardır.816 kişi tarafından yönetilen ülkenin rejimi teokrasidir.Bu kısaca bilgiden sonra konumuza dönebiliriz.Vatikan'ın hayati önem taşıyan 3 dönem noktası vardır.Bu 3 dönemden sonra yine bazı sarsıntılar yaşasa da 3 dönemdeki kadar sarsıcı olmamıştır.Vatikan açısından hayati önem taşıyan 3 dönemlerin 2'sinde Türkler vardır.Başrollerde Avrupa Hun İmparatoru Olan Atilla;diğeri ise Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet'tir.3.dönem ise Rönesans ve Reformdur.Bu dönemde Kilise ciddi sarsıntılar geçirmiş yeni mezhepler ortaya çıkmıştır.
HIRİSTİYAN'LIĞI VE VATİKAN'ı KURTARAN TÜRK:ATİLLA
Avrupa Hun imparatorluğunun hükümdarı Atilla sık sık Roma imparatorluğuna sefer düzenlemiştir.Bu seferler Hristiyanlığın kalbi olan Vatikan'a kadar gelmiş ve Hristiyanlığı tehtit etmiştir.Papa 1.leo Atilla'dan af istemiş İtalya'yı feth etmemesini istemiştir.Eğer İtalya'yı feth ederse cehennemde yanacağını söylemiştir.Bunun üzerine Atilla fetihten vazgeçmiştir.Bu olaydan sonra Atilla'nın Hıristiyan Olduğunu savunan teorilerde vardır.Bir başka teoride Papa 1.leonun Atilla'nın ayaklarına kapanıp yalvarıp af dilediğinide söylemektedir.Sonuç olarak;Atilla Eğer İtalya'yı feth etmiş olsaydı Hıristiyanlığın sonu gelebilirdi.Bu Hıristiyan Tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır.Başrolde de Atilla vardır.O dönemde Avrupa'da İnanılmaz bir Atilla korkusu oluşmuştur ki Atilla'ya "Tanrı'nın kırbaçı" demişlerdir.Fakat bundan farklı olarakta Germenler(Almanlar) Atilla'yı yardımsever birisi olarak nitelendirmişlerdir.Almanların ünlü destanı olan Nibelungen destanı Hun-Germen mücadelesini konu edinir.İyimseverlik kavramını biz burdan öğreniriz.
KATOLİK DÜNYASININ KORKULU RÜYASI FATİH SULTAN MEHMET
Fatih Sultan Mehmet'in fetih stratejileri arasın batıya ilerlemek vardı.Bu düşünce ışığında Yunanistan,Arnavutluk
 ve İtalya seferleri düzenlendi.Bu seferler arasında en dikkat çekici olan İtalya seferdir.1480 yılında İtalya'nın kenti olan Otranto seferi düzenlenmiş ve Otranto ele geçirilmiştir.Yunan ve Arnavutluk seferinden sonra endişeye kapılan Katolik Dünyası Otranto'nun ele geçirilmesinden sonra iyice korkmaya başlamıştır.Çünkü Otranto seferinden sonraki adım Roma ve Vatikan olacaktı.Bunu önceden sezen Papa İstanbul Fetih edilmeden Önce Fatih Sultan Mehmet'e mektup yazıp;Doğu Roma İmparatorluğunun Hükümdarlığı teklifinde bulunmuş.Eğer kabul ederse İtalya'dan da Topraklar vereceğini vaat etmiştir.Ama Papa'nın bir şartı vardır.2.Mehmet'in Hıristiyan olaması.Bu senaryo size bir yerden tanıdık gelebilir.O tanıdık gelen Şey Atilla'nın Hıristiyanlaştırılarak Vatikan'ın kurtulmasıdır.Papa 2.Mehmet'in Hedefinin Vatikan olduğunu önceden kestirmiş bunun için Atilla'ya yapılanların Fatih'tede uygulamak istemiştir.Fakat Fatih bunu kabul etmeyecektir.Manidardır ki,Otranto seferinden 1 yıl sonra Fatih Sultan Mehmet ölmüştür.Akıllara şu soru geliyor:Fatih Sultan Mehmet Papalık tarafından zehirlendi mi?Bu güçlü bir iddiadır.Eğer Fatih Sultan Mehmet ölmeseydi İtalya seferi tamamlanabilirdi.Böylecede Katoliklerin merkezide İslam Dünyasına Geçebilirdi.Fatih'in İtalya'ya yürümesi o kadar yankı bulmuştur ki o dönemde avrupada yaşan anneler çocuklarını korkutmak için "seni Fatih'e veririm" şeklinde ifade kullanmışlardır.1480 de olan bu  olay 2013 de bile yankısını sürdürmüştür.Papa 14.Benedik görevinden istifa etmeden hemen önce Otranto seferi sırasında ölen İtalyanları aziz ilan etmiştir.Bu durumun ne kadar önemli olduğu gösteren güçlü bir argümandır.Atilla döneminde olduğu gibi Fatih dönemide Katolik dünyası için bir dönüm noktası olmuştur.
Görüyoruz ki Katolik dünyası 3 büyük kritik dönemden geçmiş,yıkılma tehlikesi geçirmiş,bu 3 kritik dönemin 2'sinde başrolde Türkler var.Bunun dışında Kanuni zamanında tam 8 papa değişmiştir.Burda da ciddi bir tehtit görmekteyiz.
Türkler geçmişte Vatikan'ı bile yıkabilecek güçte olmuş Ortadoks dünyasını himayesine almıştır.Bir söz vardır:"Dünyayı yönetmek istiyorsan Türk'ü yöneteceksin".Tarih bu sözü çok sağlam bir şekilde temellendirmiştir.

KAYNAKÇA:
Papa'yı Fatih Sultan Mehmet Çarptı:Murat Bardakçı
www.onaltıyıldız.com
Nibelungen Destanı

vatikan'ın dönüm noktalarında rol alan Türkler

16 Aralık 2014 Salı

OSMANLICA MESELESİ

Son günlerin en çok tartışılan ve en çok üzerinde yorum yapılan konusu kuşkusuz Osmanlıca meselesi...
Bilen de yorum yapıyor bilmeyen de.Herkes konuyu kendi bakış açısından kendi ideolojisinin etkisinde kalarak cevap vermeye çalışıyor.Tabi böyle bir durum da kimse birbirini dinlemiyor.İki tarafın da  kendine göre haklı olduğu ya da başka bir deyişle kendini haklı gördüğü durumlar var elbet.Kim ne yorum yaparsa yapsın olayı genellememeli.Osmanlıca meselesi üzerinden kimsenin ecdadımıza laf atmaya ya da onları küçük düşürmeye hakkı yok.Onlar büyük bir cihan imparatorluğu kurdular ve bizi gururlandırdılar.Elbette hata yaptılar ancak biz her zaman geçmişimizle övündük bundan sonra da bu böyle olacak.
Bugün Osmanlıcanın Arapça olduğunu iddia edenler dahi mevcutken tabi ki insan kime ne anlatıyoruz ki diye içinden geçirmiyor değil.
Meselenin diğer bir boyutuna gelecek olursak liselere seçmeli ders olarak Osmanlıca tabi ki konulabilir.Hatta daha da ileri gidersek zorunlu bir ders olarak da bulunabilir.Biz bunu yıllardır dile getiriyoruz.Geçmişimizi tercüme olmadan okumak tabi herkesin hepimizin hakkı.Ayrıca geçmişte ki Osmanlıca ile yazılan eserlerin çevirilerinde bir çok sansürün uygulandığını düşünürsek herkesin orijinal eseri bire bir okuyabilmesi en doğal hakkıdır.
Bir diğer eleştiri de Osmanlıca öğretmek için öğretmen olmadığı ya da daha Türkçe konuşamıyoruz Osmanlıca nereden çıktı gibi eleştiriler.Daha Türkçe konuşamadığımız doğru ancak bu kişisel bir eksiğimiz bunu da devlete yıkamayız fikrimce.Sen daha en son okuduğun kitabı bile hatırlamıyorsan öğretmen ne yapsın devlet ne yapsın.12 sene boyunca okullar da İngilizce dersi veriliyor.Ancak lisans eğitimi için üniversitelere gelen öğrencilerin İngilizce seviyesinin ne halde olduğunu anlatmaya dahi gerek yok.Bu açıdan bakıldığında lisans seviyesi kadar bile öğretilmeyecek olan Osmanlıca için öğretmen pekala bulunabilir.
 Hazır Osmanlıca meselesi gündeme gelmişken bu dil elimizden nasıl alındı bunu da sorgulamak lazım.Harf devrimi Kamal Atatürk'ün bir gece de  uygulamaya koyduğu bir devrim.Ben meselenin o yönüyle ilgilenmiyorum.Harf devriminin amacı neydi? Bunun üzerine herkes görüşünü söyleyebilir.Ancak belgelerle konuşmak gerekirse İsmet İnönü'ün hatıralarından şu cümleler sanırım amacı açıkça ortaya koyuyor :
"Harf devriminin tek amacı ve hatta en önemli amacı okuma yazma oranının yaygınlaşmasını sağlamak değildir.Okur yazar oranının düşük oluşunun yegane sebebi alfabenin öğrenilmesinin zor olduğu değildi.Devrimin temel gayelerinden biri yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak,Arap İslam dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı.Yeni nesiller,eski yazıyı öğrenemeyecekler,yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik.Din eserleri eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak,dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı."
İsmet İnönü Hatıralar cilt 2 sayfa 223
Amaç bu olmasaydı bugün ki cumhuriyetçilerin dediği gibi modern döneme ayak uydurmak eski harflerin zor olması nedeni ile devrim yapılmış olsaydı yine sınıfta kalınmış olacaktı.Öyle ki 1960'lı yıllara gelindiğinde bile okuma yazma oranının ne hallerde olduğu o dönemin gazete başlıkların da açıkça görülmekteydi.
Son olarak özellikle ülkücü tarafın Osmanlıca lafını duyduktan sonra Göktürkçe de seçmeli ders olsun serzenişleri ile ilgili şunları belirtmek isterim.
Dedikleri doğru tabi ki bu dil de seçmeli bir ders olarak okutulabilir.Ancak itirazım şuna keşke madem bu kadar Göktürkçe sevdalısı idiniz neden harf devrimi yapılırken Latin harfleri yerine Göktürkçe gelsin diye itiraz etmediniz. O zaman neden sustunuz? O dönem sesinizi çıkarsaydınız bugün belki daha samimi olduğunuz anlaşılabilirdi.
.................      Allah'a Emanet Olun  ...............
osmanlıca meselesi

15 Aralık 2014 Pazartesi

HANGİ OSMANLICA?

Bir süredir, Osmanlıca tartışmaları yapılıyor.Bu Osmanlıca tartışmalarını yaparken kendimize bazı sorular sormalıyız.
1.Neden Osmanlıca öğretilmek isteniyor?
2.Osmanlıca ortaöğretim düzeyinde öğretilmeli mi?
3.Osmanlıca öğretme kararı siyasi bir karar mı?
 Bu soruları cevaplamak için durumu üç konu başlığı altında incelemek gerekmektedir. Bunlar;ideolojik olarak Osmanlıca ,realist olarak Osmanlıca, anatomik Osmanlıca.
İDEOLOJİK OSMANLICA
Mevcut hükümet, muhafazakarlık ideolojisi çerçevesin de,Yeni Osmanlıcılık fikirini benimseyen bir iktidardır. Neden Osmanlıca öğretilmek isteniyor diye soru sormamız gerekiyor dedim.Osmanlıca öğretmenin arkasında Yeni Osmanlıcılık fikri mi var?Geçmişten intikam mı alınmak isteniyor?Cumhuriyet döneminin Osmanlı hanedanına yaptığı davranışlardan ve Osmanlı kültürünü yok etme çabalarından dolayı intikam mı alınmak isteniyor?Şimdi içinizden saçmalama geçmişimizi öğrenmek için Osmanlıca öğretiliyor, bunlarla ne alakası var diyebilirsin.Ama ihtimal dahilinde bunlar olabilecek şeyler.Eğer amaç geçmişimiz öğrenmek ise Osmanlıca'nın yanına GÖktürkçe'de koymamız gerekir.Tabi sizin için Türk tarihi İslamiyetten sonra başlamıyorsa.
REALİST OLARAK OSMANLICA
Başta sorduğumuz üç soruya burada cevap aramaya devam edelim.Osmanlıca bir imparatorluk dilidir.600 yıllık bir devletin dili olmuştur.Türkiye Cumhuriyeti'nden önceki son büyük devletimizdir.Osmanlı bizim tarihimiz ve kültürümüzdür..Biz ne Divan Edebiyatını anlayabilmişiz ne de kültürümüzü.Çünkü sürekli değişmiş devşirilmiştir.Özgün bir şeyler ortaya çok az atabilmişiz.Şu an Osmanlıca üniversitelerde tarih ve edebiyat bölümlerinde okunmakta.Artık ortaöğretimde de okutulmak isteniyor.Bunun sebebi  bir milli bilinç yaratılmak istenci yada Yeni Osmanlıcılık fikrini benimsetme olabilir.Fakat lisede sayısal bir bölüm okuyan gence Osmanlıca öğretmek onu dayatmak ne kadar doğru tartışılır.Sözel ve eşitağırlık öğrencileri ileri senelerde tarih yada edebiyat okuyabilecekleri için onlara Osmanlıca vermek doğru olur. fakat aynı şey sayısal öğrencisi için geçerli değildir.Siz Türk gençliğine tarihini öğretmek için yada milli bilinç aşılamak için Osmanlıca öğretmenize gerek yoktur.Osmanlı'nın çok farklı milletleri birarada nasıl tuttuğunu,3 kıtaya yayılmış imparatorluğun nasıl çöktüğünü,çöken imparatorluktan sonra küllerinden nasıl tekrar bir devlet kurulduğunu öğretirseniz milli bilinç aşılamış ve geçmişi öğretmiş olursunuz.İleride kimyager olacak bir öğrenci gidipde Osmanlıca metinleri okumayacaktır.Bu dersi almasıda gereksizdir.Osmanlıcaya ilgisi olan farklı meslek gruplarındaki insanlar bunu kurslarla öğrenebilir.Bunu öğrenmek isteyenler kadar öğrenmek istemyenlerde vardır.
Osmanlıca öğretirkende gramer öğretilmemeli pratik anlamda ingilizce'de ilk seviye anlamına gelen begginer seviyesinde Osmanlıca öğretilmelidir.Gramerle birlikte öğretilirse akademik bir öğrenim şekli olur öğrenciyi sıkar ve öğrenilmez bir hal alır.Osmanlıca'nın akademik öğrenim yeri Üniversitelerdir.Ortaöğretimde akademik bir eğitim vermek ciddi bir hata olur.İşin birde eğitmen boyutu vardır.Osmanlıca eğitimi veren Eğitmen sayısı yeterli olmalıdır ki bu eğitimi sağlıklı verebilsin.Bu iş için ciddi bir eğitim zemini ve altyapı oluşturulmalıdır.İşi özetleyecek olursak Osmanlıca sayısal öğrencilere seçmeli ders olarak verilmelidir. Diğer alanlarda da zorunlu tutulmasında bir yanlışlık yoktur.Fakat milli bilinci Osmanlıca dersi vererek aşılayamazsınız.Bununla birlikte geçmişi anlatamazsınız.İşin felsefesini vermeniz gerekir.Bu iş için iyi bir eğitim altyapısı oluşturulmalıdır.Şu gerçekte yadsınamaz;Osmanlıca öğretilerek dil haznesinde zenginleşme olacaktır.
OSMANLICA'NIN ANATOMİSİ
Osmanlıca'nın esas adı Osmanlıca Türkçesi yada Eski Türkçe'dir.Kanun-ı Esasi de Lisan-ı Türki olarak adlandırılmıştır.Arapça ve Farsçadan etkilenmiştir.Alfabesi Arap alfabesinin Türkçe ve farsça'ya uyarlanmış şeklidir.Karıştırılmamalıdır ki Arapça değil Türkçe'dir.Harf devrimiyle birlikte artık kullanılmamaktadır.
hangi osmanlıca

1 Aralık 2014 Pazartesi

MİLLETİN GÖRÜŞÜ -- 1

'Ben ne yaptıysam Allah rızası için yaptım'
Belki de tüm Müslümanların hafızasına kaydetmesi gereken kilit bir cümle bu.Yaşadığımız hayatın her kısmında referans olarak alabileceğimiz hayatımızın merkezinde olması gereken bir cümle...
Rahmetli Erbakan da bu sözü söylerken akıllar da soru işareti bırakmadı.Çünkü o son nefesine kadar hak yolunda mücadele eden Allah'ın rızasını kazanmak için çabalayan bir Mücahiddi..
Bunu vefat etmesinden sonra milli gazete tarafından hazırlanan ve onun hayatı boyunca kurduğu cümleler ve hayata bakış açısını anlatan Davam kitabın da net bir şekilde görebiliriz...
Şöyle diyor kitabın arka yüzünde Erbakan hoca :
'Bizim davamız İslam'dır.Gayemiz ise Allah rızasını kazanmaktır'
Belki de özellikle bugün ki siyasetçilerin kulağına küpe olması gereken hatta defalarca bu sözleri tekrarlayıp kendilerini sorgulamaları gereken bir anlayıştır bu.Ben Müslümanım diyen her insanın zaten hayatta ki en büyük gayesi Allah rızası kazanmak değil midir? Bu yüzden bu görüş milletin görüşüdür.Bu görüşün temelleri sanıldığı gibi 1969 yılında Necmettin Erbakan tarafından atılmamıştır.Bu görüş İslamın doğuşuyla birlikte yüreklere kazınmıştır..
Tabi bugün Türkiye de ki olaylara ve izlenen siyasete bakıldığında söylenecek çok şey konuşulacak çok konu vardır.Özellikle vahşi kapitalizm ve faiz düzeni insanları bataklığa sürüklemek de ve yüzlerce kart mağduru sömürülen insan profili yaratmaktadır.Belli bir azınlık grubun parasına para kattığı ama büyük bir çoğunluğun ezildiği bir düzen asla mutluluk getiremez.
Yazımı yine Erbakan hocanın ders niteliğinde ki şu cümleleri ile sonlandırmak istiyorum.
'İnsanlığın kurtuluşu ancak İslam ile mümkündür.İslam ise Allah'ın yapısıdır.Dolayısıyla mükemmeldir,eksiklik ya da fazlalık kabul etmez.
.........................Allah'a emanet olun............

milletin görüşü

2.ABDULHAMİD VE İSRAİL

Tarih müfredatında Gerileme dönemi padişahlarından olan 2.Abdulhamid ifadesi kullanılır.Fakat bu dönemde müthiş proje ve stratejiler geliştirip İsrail devlet'nin kurulmasını geciktiren,hasta Osmanlı'yı yatağından kaldıran bir padişahtır 2.Abdulhamit.Öyle ki kurduğu istihbarat servisi olan Hafiyelik Teşkilatıyla, günümüz istihbarat teşkilatlarına taş çıkarır.Kendine suikast düzenleyen Ermeni teröristini kendi ajanı yapıp kullanan bir padişahtır.
İsrail devletini kurma çabalarının olduğu bir dönemde;İsrail Siyonist Devleti projesinin sahibi olan ve günümüzdeki İsrail devletinin kurucu babası olan Theodor Herzl, o dönemde bu projesini gerçekleştirmek için 2.Abdulhamid'in sarayına gider.Padişahla görüşmek istediğini söyler.Bu talebi padişaha iletilir.2.Abdulhamid görüşmeyi rededer.Fakat görüşmeyi redederken; Theodor Herzl'i kapıda saatlerce bekletir sonra görüşmeyeceğini iletir.Theodor Herzl o dönemde avrupada büyük söz sahibi ve Siyonistlerin başıdır.Daha sonraları defalarca Herzl görüşmek ister fakat aldığı cevap aynı olur.En sonunda 2.Abdulhamid görüşme talebini kabul eder.
                                           Theodor Herzl
Herzl 2.Abdulhamid'e müthiş bir teklifte bulunur.Filistin o zamanlar Osmanlı toprağı idi.Herzl Abdulhamid'e Filistin'de bir İsrail devleti kurdurulması şartı ile Osmanlı borçlarının tümünü ödeyeceğini söyler.Buna karşın Abdulhamid şu sözleri söyler."Vatan toprağının her karışı şehitlerimizin kanlarıyla sulanmıştır.Benim size satacak toprağım yoktur.Fakat eğer yahudiler yaşayacak yer arıyorlarsa Doğu Anadolu'ya gelip yaşayabilirler".Herzl bu sözlerden sonra büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştır.Onun istediği vadedilmiş topraklar olan Filistindir. İsteği net bir şekilde geri tepilmiştir.Abdulhamid'in bu tavrı İsrail devletinin kurulmasını geciktirmiştir.
                                          2.Abdulhamid
GUANTANOMODA 2.ABDULHAMİD SORGUSU
Siyonistler Herzl'e Abdulhamid'in bu olayından sonra o kadar kin tutmuşlardır ki,bu kini hala sürdürmektedirler.Guantanamoda yıllarca esir kalan İbrahim Şen Vakit gazatesinde ilginç itiraflarda bulumuştu.İbrahim Şen ifadeleri şöyledir;Yahudi komutanının vucuduna elektirik veririken kendisine:"Türk terörist,merak etme az kaldı.Irak,İran ve Suriye'den sonra sıra size gelecek.Kadınlarınız hizmetçilerimiz,erkekleriniz de kölelerimiz olacak.İstanbula geldiğimizde İlk olarak dedeniz Abdulhamid'in mezarını ateşe vereceğiz".Sözler çok çarpıcı ve Abdulhamid'e duyulan kini açıkça göstermekte.Düşünün ki şu an dünyaya hükmeden o dönemde de ciddi ağırlığı olan Siyonizme elinin tersiyle iten ve savaşıp galip gelen bir Padişah.Fatih Sultan Mehmet gibi akıllı Yavuz Sultan Selim gibi cesur Kanuni Sultan Süleyman gibi korkusuz bir padişah.İnsanın aklına şu soru geliyor.Abdulhamid gerileme döneminde değilde daha önceki dönemlerde Padişah olsaydı,Osmanlı nasıl olurdu? Hiç şüphesiz Fatih gibi,1.Selim gibi,Kanuni gibi olurdu.Yazımı Abdulhamid'in şu sözleri ile bitirmek istiyorum:
"Eğer Filistin'de Müslüman Arap unsurunun üstünlüğünü muhafaza etmesini istiyorsak Yahudilerin yerleştirilmesi fikrinden vazgeçmeliyiz.Aksi takdirde yerleştikleri yerde çok kısa zamanda bütün kudreti elde edeceklerinden,dindaşlarımızın ölüm kararını imzalamış oluruz."
     
Kaynakça
2.Abdulhamid'in Kurtlarla Dansı-1
2.Abdulhamid'in Kurtlarla Dansı-2

30 Kasım 2014 Pazar

ATATÜRK'Ü TARTIŞMAK

Son zamanlarda yeni bir moda akımı doğdu.Bu moda akımı;Atatürk ekseninde farklı iki kutup yaratmak.Yani birileri Atatürk'ü korumakla birileride yermekle yerin dibine sokmakla meşgul.Tartışmalarda Atatürk'ün dinsiz olduğu belirtiliyor.Çok sağlam delillerde var.fakat dinsiz yada dine inanan birisi olsun bu ülkenin kurucu lideri.Öyle bir milletiz ki,Ülkenin kurucusunu konu edinerek bile kutuplaşabiliyoruz.Türk Milleti bir birine bağlı olmasıyla ünlüdür derlerdi önceden.Ama günümüze baktığımızda hiçte öyle görünmüyor.En ufak bir konuda bile hemen ayrılabiliyoruz.Herkezin bir farklı düşüncesi var.Fakat hiç kimse bu farklı düşüncelerinden ortak bir düşünce yaratamıyor.Bir toplumda farklı düşüncelerin olması o toplum için zenginliktir.Fakat bu farklı düşünceler çerçevesinde ortak düşünce yaratılamıyorsa toplum için felakete dönüşür.Türkiye'de de olan bu değil midir? Yüzlerce parti vardır.Fakat ortak bir ilke için bir araya gelebilirler mi? Tabiki de hayır.Son zamanlarda Türk futbolu çok zor zamanlar yaşıyor.Bu zor zamandan kurtulabilmek için,bir çok spor yazarı ve futbol adamının proje ve fikirleri var.Ama Türk futbolu bir türlü düzelmiyor.Çünkü ortak bir fikir üretip uygulayamıyoruz.Şimdi Atatürk meselesine dönelim.Bir taraf Atatürk'ü dinsiz, bir taraf dine inanan,bir tarafta bunun bizi ilgilendirmediğini söylüyor.Varsayalım ki Atatürk dinsizdi.Bunu tartışmak ne gibi fayda sağlar? Aksine zarar verir.Çünkü mill bilinç adı altında milli kurucu bir lider profili var.Bunu dinsiz olarak göstermek yeni gelen nesiller için felekettir.Mevcut veya yeni gelen nesil vatana millete olan inancını kaybetmesini sağlar.Bilindiği gibi bir Yunan Mitolojisi vardır.Bu mitolojide tanrılar ve tanrıçalar vardır.Saçma sapan hareketlerde bulunurlar.Halka daha sonra abes ve kötü Tanrı olarak görünmeye başlatılırlar.Platon'da bunun üzerine o Tanrılar bel ki yok bel kide çok saçma fakat halk bunlara inanmış saygı göstermiş.Bizde o saçma sapan Tanrıları halka kötü değil iyi olarak gösermeliyiz.Çünkü halkın birbirine bağlı olması bu Tanrılara bağlıdır demiştir.Tabiki de Tanrı'ile Atatürk'ü aynı kefeye koymuyorum.Fakat Atatürk'ü, milli bir kahramanı değersizleştirmek, halkı ikiye bölmek,vatana millete bağlılığını ve güvencini kırmak demektir.Eğer Atatürk gerçekten dinsiz ise ve bu dinsizliğini zamanında halka dektare etmişse;el altından bu yapılanlar bulunmalı ve düzeltilmelidir.
 Anlatmak istediğim,milli bilinç için milli kahraman olan birsinin vatan haini olmadığı sürece değersizleştirmek toplumun faydasına değil zararına olacaktır.Bundan kaçınmalıyız.
ATATÜRK'Ü TARTIŞMAK

29 Kasım 2014 Cumartesi

HAYATTAKİ HERŞEYİN BİTİCİLİĞİ VE SONLU OLMASI ÜZERİNE

Hayatta bir çok şeye bağlanırız ve onlara sahipleniriz.Örneğin Anne babamıza bağlanmak,sevgiliye bağlanmak,kardeşe arkadaşa bağlanmak gibi.Bu saydıklarım manevi şeylere bağlanmak demektir.Birde maddi olan şeylere dönük bağlanmalar vardır.Bunlar şöyle sıralanabilir;bilgisayarımız vardır saatlerce onunla zaman geçiririz.Televizyonumuz vardır saatlerce onu izleriz.Sevdiğimiz yemekler vardır onları yeriz.Bunları yapmamızın sebebleri haz ve mutluluk almaktır.Annemizi severiz çünkü bize en yakın olan odur.Onunda bize göstereceği karşı sevgiden mutluluk ve haz alırız.Aynı şekilde bilgisayarda zaman geçirir;sosyal medyada dolanır,oyunlar oynayarak bunlardan haz ve mutluluk alırız.Televizyonda da aynı şekilde.Sevdiğimiz yemeği yemek bize haz ve mutluluk verir.Fakat bu bize haz ve mutluluk veren maddi ve manevi şeyler geçicidir.Sonludur.Bununla bağlantılı olarakta verdikleri haz ve mutlulukta geçicidir.Siz hiç bitmeyen yemek bozulmayan yada bitmeyen oyun,ölmeyen anne ve baba gördünüz mü? Evren sonlu olarak yaratılmıştır.Dünya bile kıyamet gelince son bulacaktır.İçinde yaşadığımız dünyevi olan şeylerinde sonlu olması çok normaldir.İnsan mutlak mutluluğu aramak için ifade ettiğim maddi ve manevi şeylere bağlılık gösterir.Dolayısı ile bu şeyler geçici olduğu için mutluluğa erişemez erişse de bu mutluluk geçici olur.Hatta bu geçici mutluluk sonunda çok acı verici üzüntüler de yaşar
Örneğin;anne babamızı çok severiz onlara çok bağlanırız.Onlar ölüncede çok acı yaşarız.Şöyle bir soru akıllara gelebilir.Üzülüyoruz diye anne ve babamıza bağlanmıyacak mıyız? onları sevmeyecek miyiz?.Tabi ki de onları seveceğiz.Fakat onların bir gün öleceğini ve bizden ayrılacağını bilerek sevmeliyiz.Birazda durumun maddi yönlerine bakalım.Sevdiğimiz yemeğin,bigisayarımızın,televizyonumuzunda sonu var dedim.Bu maddenin sonlu olması daimi olmaması anlamına gelmektedir.Eflatun(Platon) bu maddi şeylere açıklık getirip formlar dünyası kavramını ortaya atmıştır.Eflatun'a göre masa sıra geçicidir fakat onun formu kalıcıdır.Yani insan zihnindeki masa kavramı kalıcı fakat yemek yediğimiz masa geçicidir.Hayattaki maddi ve manevi şeylerin geçici ve sonlu olması insanın kendisinin geçici ve sonlu olmasından da kaynaklanıyor olabilir.İnsan ölümlü bir varlıktır.Ortaya attığı ürünler hissettiği duygularında geçici olması bundan kaynaklanıyordur.İnsan daimi mutluluğa daimi hazza ancak Yaratıcı'ya bağlanarak ulaşabilir.Çünkü sadece Yaratıcı  sonsuz ve ölümsüzdür.Ona bağlanan insan terk edilme korkusu yaşamaz Onu kaybetme korkusu yaşamaz.İlahi haz geçici bir haz değil daimi olan bir hazdır.Varsayalım ki kişisel düşüncem böyle bir şey olması mümkün değil;Yaratıcı olamasa bile insan bu geçici maddi ve manevi şeylere yönelerek mutlak mutluluğa erişemez onun içinde  hayatta Yaratıcı zorunludur.



28 Kasım 2014 Cuma

İSRAİL ZULÜMLERİNİN PERDE ARKASI

İsrail bilindiği üzere filistin'de çok acımasız zulümler yapmaktadır.Bu zulümlerin sebebi üç din içinde kutsal sayılan Küdüs'e hakim olma çabası, Yahudiler için kutsal sayılan Süleyman mabedini tekrar inşa etme çabaları ve İsrail halkının asırlardır zulüm görmesi gibi sebebler gösterilmekte.Bu sebebler doğrudur fakat bunların dışında da bazı dikkat çekici sebebler vardır.
Yeni Ahit'te(İncil) İsa Mesih'in geleceğini gelişinden öncede dünyanın uğrayacağı ilahi öfkeden bahsedilir.Yedi mührün açılması,Yedi borazanın çalınması ve Tanrı'nın gazabıyla dolu yedi tasın yeryüzüne boşaltılmasıyla felaketler zincirinin başlayacağı belirtilir(bknz:Yuhanna'nın vahiy kitabı).Yedi borozanın çalınmasıyla şeytanın hakimiyeti son bulur ve şeytan,içinde bin yıl kalacağı kuyuya atılarak hapsedilir.Böylece insanlık bin yıl şeytandan kurtularak rahat bir yaşam sürecektir.Ancak bu bin yılın sonunda şeytan serbest kalacaktır.Buna benzer ifadeler Eski Ahit(Yahudilerin kutsal kitabı)'te de vardır.Daha sonraları fanatik Hristiyan ve Yahudi gruplarında "binyılcılık"yada "millenarizm" kavramı ve anlayışı oluşmuştur.bazı "binyılcılık" anlayışına sahip Yahudi hıristiyan fanatik guruplar Yukarıda ifade ettiğim Yuhanna'nın vahiy kitabında yazdıklarını temel alarak kitapta anlatılanların gerçekleşmesi için felaketler yaparak  Tanrı'yı kıyamete zorlamayı amaçlamışlardır.Çok ilginçtir İsrail zulümlerinin temelinde bu yatıyor olabilir mi? Zulümlerle bir deccal(şeytan) İsrail yaratıp Mesih İsa'yı yeryüzüne getirmeye mi çalışıyorlar? Fakat burada şu soru akıllara gelebilir;deccal İsrail yaratılırsa yine yok olacak olan İsrail olamayacak mı?  Burada benim anladığım "binyılcıların"kutsal metinleri istedikleri gibi yorumlama yoluna gitmişlerdir.Hatta bu fanatik Yahudi gruplar;Yahudiler'in artık Filistin'e döndüklerini ve İsrail devletinin kurulduğunu böylece ilahi takdirin gerçekleştiğini,Süleyman mabedinin üçüncü kez inşasının an meselesi olduğunu dile getirmektedirler."Tanrıyı kıyamete zorlama" anlayışı üzerine biraz daha durmak istiyorum.Hitleri Yahudiler tarih sahnesine çıkarmış olabilir mi? Tanrı'yı kıyamete zorlamak için Hitleri deccal yapmış olabilirler mi? Bir başka olayda 12 eylül saldırılarıdır.Bu olayla ilgili çeşitli teoriler vardır.Bu teorilerden birisi de ABD'nin ikiz kuleleri kendi vurduğuna ilişkin teoridir.Bu da Tanrı'yı kıyamete zorlama girişimi olabilir mi?Şöyle ki;ABD kendi ikiz kulelerini kendi vurdu ve Ortadoğuya işgal etme sebebi yarattı.Daha sonrada türlü türlü zulümler yaptı.Bu daha kuvvetli bir ihtimal olabilir.İkiz kuleler vurulduğunda o gün hiç bir Yahudinin işe gelmediği görülüyor.(kynk:Aytunç Altındal) 
Uzu sözün kısası bu İsrail zulmünden kurtulmak için körelmiş İslam medeniyetinin tekrar ana kaynaklara dönerek akılı geri plana atmadan batılı geri plana atarak dirilmesi gerekmektedir.

KAYNAKÇA

KUTSAL KİTABIN YORUMU:SIR ISAAC NEWTON ÇEVİRİ:AYTUNÇ ALTINDAL

İSRAİL ZULÜMLERİNİN SEBEBLERİ

31 Ekim 2014 Cuma

İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN!(ERMENEK MADEN FACİASI)

 Son zamanlarda maden kazaları ve işçi kazaları artmaya başladı.Daha yakın bir zamanda Soma'da büyük bir maden kazası olmuştu.bundan kısa bir süre sonrada bir şantiyede asönsör kazası ve onu takip eden yeni gerçekleşen Karaman'daki maden kazası.bunlara kaza diyoruz fakat pek kaza gibi durmuyor.Çünkü ihmaller neticesinde meydana gelen felaketler.İşin tuhaf olan tarafı bu felaketler oluyor ve bunlardan ders almayıp tekrar yaşıyoruz.Anlaşılmayan nokta devletin bu maden ocaklarını müffettiş görevlendirip denetlememesi.Daha yeni yaşanmış benzer bir olay var ve bu olaydan sonra tekrar aynısını yaşatmayı musade veren devlet sorgulanmalı.Devlet erkanlarının birisinden aynen şu ifadeler çıkıyor:'bir müsubet bin nasiattan iyidir' Evet doğru bir söz.Fakat Soma faciası yaşanmış sen ders almamışsın tekrardan bir facia daha yaşıyorsun.
bir başka devlet erkanından bir isimde şu ifadeleri kullanıyor:'bu madenleri kapatacağımız zaman 50 kişi devreye giriyor'.Olacak gibi değil hangi otorite devletten güçlü olabilir.Asırlar önce Şeyh Edebali ne güzel söylemiş 'insanı yaşat ki devlet yaşasın'.Devlet olarak işçini halkını yaşat ki devlette refahlı olsun.Bir zamanlar Trafik kazalarından çok canımız yanıyordu duble yollarla çözüme kavuştu şimdide maden kazalarından canımız yanıyor.Bunuda en kısa zamanda halletmemiz gerekiyor.Tabi daha fazla deneyim edinmeden.Devlet olarak işcinin güvenliği sağlanmalı halkın sağlığı ve huzuru korunmalı eğitim sistemi istikrarlı hale getirlmelidir.

21 Ekim 2014 Salı

YENİ OSMANLICILIĞIN ÇÖKÜŞÜ

Türkiye'de muhafazakar iktidarla birlikte 'Yeni Osmanlıcılık' fikir akımı oluşmuştur.Bu fikir akımının kökeni Osmanlı döneminin son zamanlarından gelmektedir.Peki neydi bu Osmanlıcılık? Basit anlamda Osmanlıcılık; Osmanlı Devleti içerisinde bulunan ulusları Osmanlı ruhu ile birleştirmektir.Bu akım Arap isyanları balkanlarda ve diğer bölgelerdeki milli faaliyetler nedeniyle başarısız olmuştur.Günümüzde bu akımın yenisi uygulanmaya çalışılmıştır.'Yeni Osmanlıcılık' İslamcılık fikriyle paralel olduğu söylenebilir.Yani bu akımla dindaş eski Osmanlı Devleti bünyesinde bulunan ülkelere yardım etmek onlarla işbirliği halinde olmak demektir.Bu hareketle birlikte devlet komşularla sıfır sorun politikasını benimsemiş fakat bunda başarılı olamamıştır.Saddam'ın düşmesiyle Irak'ki Şii ve Kürt gruplarla,ABD-Türkiye ittifakı nedeniyle İran'la,askeri yönetim yüzünden Mısır'la ve bir çok ülkeyle sorunlar yaşamaktadır.Hiç bir dindaş ülke Türkiye ile hareket etmek istemiyor.Bu da 'Yeni osmanlıcılık' akımının başarısız olduğunu gösteriyor.Yeni Osmanlıcılık fikrinde eski Osmanlı ülkelerine yardım etme düşüncesi var demiştik.Fakat o ülkelere baktığımızda savaş ve gözyaşı görürüz.Türki'ye insani yardım dışında önemli stratejik bir yardımda bulunamamıştır.Bu da bize bir kez daha gösteriyor ki Yeni Osmanlıcılık fikrinin çöktüğünü gösteriyor.
 Tarih bilimi geçmişten ders almamız için önemli bir mercihtir.Fakat biz bu dersi alamadık.Önceden başarısız olmuş Osmanlıcılık fikrini yontarak günümüze uyguladık ve başarısız olduk.Eğer tarih bilmiyorsan dün doğmuşsun demektir.Dün doğduysan da yöneticiler sana istedikleri yalanı söyleyip seni kandırırlar.

19 Ekim 2014 Pazar

İŞİD'İN TEK SEBEBİ ABD

               İŞİDİN TEK SEBEBİ ABD

YAKIN ZAMANDIR ORTADOĞU'YU VE DÜNYAYI ALARMA GEÇİREN BİR TERÖR ÖRGÜTÜ HİÇ OLMADIĞI KADAR İNSANLARI ENDİŞELENDİRİYOR.BİLİNDİĞİ GİBİ
BU TERÖR ÖRGÜTÜNÜN İSMİ İŞİD.İLK ÖNCE İŞİDİN TARİHİ TERMİNOLOJİSİNİ VE MİSYONUNU AÇIKLAYARAK KONUMUZU AYDINLATMAYA BAŞLAYALIM.
 İŞİD TAM ADIYLA IRAK VE ŞAM İSLAM DEVLETİ IRAK SAVAŞININ İLK YILLARINDA 
KURULMUŞ VE DAHA SONRAKİ YILLARDA EL KAİDEYE BAĞLANMIŞ DAHA SONRADA EL KAİDEDEN ÇIKMIŞ BİR TERÖRİST GRUPTUR.BU AÇIKLAMADA BİR NOKTAYA DİKKAT ÇEKELİM.IRAK SAVAŞININ İLK YILLARINDA KURULMUŞ BİR TERÖR ÖRGÜTÜDÜR.BU BİLGİ TAMDA KONUMUZU AYDINLATACAK VE ONU İFADE EDEBİLECEK EN ÖNEMLİ BİLGİ OLACAKTIR.ŞİMDİDE İŞİDİN BİRAZ MİSYONUNA BAKALIM.EN BÜYÜK HEDEFLERİ ARSINDA IRAK'TA SUNNİ BÖLGEDE HALİFELİLİĞİ TEKRAR KURMAK ŞERİAT KANUNLARINA GÖRE YÖNETİM VE RADİKAL İSLAMCI BİR REJİM KURMAK.MİSYONLARINI BÖYLE BELİRTİYORLAR.BU DOĞRULTUDA DA BİR ÇOK KATLİAM YAPIYORLAR ÖZELLİKLE TÜRKMEN KÖYLERİNDE BİR ÇOK MASUM İNSANIN CANLARINA KIYDILAR.HER ZAMAN ŞUNU DİYORUM İSLAM DÜNYASI KARANLIK DÖNEMİNİ YAŞIYOR.İSLAMDA NE KADAR KABUL EDİLMESE DE RASYONEL BİR TARAF VAR GEÇMİŞTE BU RASYONEL TARAFI KULLANIP ÇOK PARLAK DÖNEMLER YAŞAMIŞTIR İSLAM DÜNYASI.AMA BİZ ARTIK BU RASYONEL TARAFI BIRAKIP OLMAYAN BATILA GEÇTİK.ŞİMDİDE BÖYLE TERÖR ÖRGÜTLERİNİN İSLAM MİSYONUYLA SAÇMA SAPAN ŞEYLER  YAPMASINA ZEMİN HAZIRLADIK.


ŞİMDİ KONUMUZA DÖNELİM.İŞİDİN TEK SEBEBİNİN ABD OLDUĞUNU SÖYLEMİŞTİM.ŞİMDİ BU KONUYU AYDINLATACAĞIM.ABD IRAK'A SALDIRMADAN YİNE BU BÖLGEDE BİR ÇOK TERÖR ÖRGÜTÜ VARDI.AMA IRAK İŞGALİNDEN SONRA TERÖR ÖRGÜTÜ SAYISI ARTTI.İŞİDDE BUNLARDAN BİTANESİ.ABD İŞGALDEN SONRA IRAK'I BİN BİR PARÇAYA BÖLMÜŞ BİR ÇOK YENİ YÖNETİM TÜRETMİŞ ZIT DİNİ GRUPLARI KARŞI KARŞIYA GETİRMİŞTİR.BUNLARDAN DOLAYIDA BİR ÇOK TERÖR ÖRGÜTÜ ZEMİN BULMUŞTUR.YANİ İŞİD'İN EN BÜYÜK SEBEBİ ABD'DİR ABD'NİN İŞGALİNDEN SONRA PARÇALANMIŞ IRAK VE KARIŞIKLIKLAR İÇERİSİNDEKİ SURİYE'DEN FIRSAT BULUP YOĞUN FAALİYETLER İÇERİSİNE GİRMİŞTİR.


13 Haziran 2014 Cuma

BAYRAK İNDİRME EYLEMİNDE GÜNAH KEÇİSİ ASKER

Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır'ın Lice ilçesinde hava kuvvetleri komutanlığına bağlı bir birlikte çok şaşırtıcı gibi görünen fakat her zaman olan bir durum gelişti. Neydi bu durum? Bir çocuk Türk bayrağını indirdi hemde Türkiye topraklarında! Bu durum herkesi çok şaşırttı ve öfkelendirdi. Öfkelenmek çok doğal ama niye bu kadar şaşırıldı açıkcası anlam veremedim. Çünkü Türk bayrağı defalarca o bölgede ve bölgelerde yakılmış ve saygısızlık görmüştür. Çünkü oradaki insanlara Türk bayrağının sizin için hiç bir şey ifade etmiyor diyerek anlamsızlaştırmışlardı. Oysa o bayrak için Ziya Gökalp ne kadar çile çekmiş ve çok uğraşmıştı. Türk bayrağının oradan indirilmesi kabul edilemez bir durum o bayrak sadece bir kumaş parçası değil bizzat şehitlerin kanı! Hiç kimsenin böyle bir eyleme yeltenmemesi gerekir. Ama Lice'de bu yapıldı. Hemde çok manidar bir yerde askeriyede. Herkezin aklına hemen şu soru geldi nasıl olurda askeriyede Türk bayrağı indirilebilir? O bayrak inerken asker ne yapıyordu? Şimdi bayrak indirme eyleminin cepheler arasında nasıl yankı bulduğuna bakalım. İktidar cephesi çok sert ve tepkiliydi böyle bir şeyin kabul edilemeyeceğini bunu yapanın çocuk olup olmamasının önemli olmadığını ve bunun çözüm sürecine zarar vermek için yapıldığını belirttiler. Sol cephe bu olayın sorumlusunun iktidar olduğunu belirtirken en sert tepki doğal olarak milliyetçi cepheden geldi. Milliyetçi cephe o kadar sertti ki bunu yapanın yaptığı anda öldürülmesinin mübah olduğunu söyledi. Bu olaydan sonra bir kişi veya kurum sorumlu tutulması gerekiyordu. O kurumda ne yazık ki TSK oldu. iktidar ve milliyetçi cephe askeri suçladı. Milliyetçi cephe genelkurmay başkanının ve hava kuvvetleri komutanının istifa etmesi gerektiğini söyledi. İşin tuhaf olan tarafı iktidarın da askeri suçlaması oldu. Sol cephe son zamanlarda ilk defa doğru bir tespit yaptı. Bu bayrak olayının arkasında devletin çözüm sürecinde attığı yanlış adımların sonucu olduğunu ifade etti. İktidarın askeri suçlaması şaşırtıcı dedim şimdi bunun sebebini açıklayayım. Oslo Görüşmelerinde PKK üst düzey yöneticilerine devlet adına konuşanlar şu ifadeyi kullanmışlardı. 'eğer size törelanslı davaranmayan vali ve güvenlik güçleri olursa bize bildirin'. (bknz:oslo tutanakları) Eğer bunu söylerseniz o bayrağı indirirken asker ikilemde kalır. Neden askeri günah keçisi ilan ediyorsunuz ki sizsiniz bunun sebebi. Asker şuçlamalara cevap vermiş değil. Bu da hükümetin başarısıdır. Askere yerinin ne olduğunu öğretmiştir. Fakat asker sert bir açıklama yaparsa kimsede neden böyle bir açıklama yaptın diyemez. İşin özü burada asker günah keçisi seçilmiştir. Fakat bu yargılama hiçte adil değildir. Hükümetin askere tenkitleri sonucu asker gerektiği gibi davranmıştır.


 
                                                          HÜSEYİN BELGER












20 Mayıs 2014 Salı

SİYAH GÖZ YAŞLARI(SOMA)

13 Mayıs 2014. Acının günü...Kalplerin buz tuttuğu,gözlerden siyah göz yaşlarının aktığı gün.Bu tarihte ağır kayıplar verdiğimiz bir maden faciası daha yaşadık.Manisa'nın Soma ilçesinde bulunan maden ocağının patlaması sonucu üç yüzün üzerinde şehit verdik.Bu acının tarifi olamaz.Bu acıyı anlatmak çok zor.Bu yazımda bu felaketi rasyonel bir biçimde ele alıp inceleyeceğim.Ama ilk önce şehit olan işçilerimize Allah'tan rahmet ailelerine ve ülkemize başsağlığı dilemek istiyorum.soma

Bu acının karşısında sözcükler kayıp cümleler suskun.Hangi alfabe bu acıyı anlatmaya yarayabilir.Yada hangi usta şair veya nesir ustası bu acıyı kaleme alıp şehit ailelerinin feryat figan sesi olabilir.Üç yüz şehit ve arkasında bırakmış oldukları anneleri,babaları,kadınları ve masum çocukları...Ölüm olağan bir şey her canlı bir gün bunu tadacak elbet.Fakat bu şekilde gerçekleşen bir ölüm olağan mı? Bu blog sayfasında ne şairane ne de bir duygu dolu nesir yazma gibi bir planım vardı.Fakat bu acı o kadar keskin ki beni bu duygu dolu cümleler kurmaya ittirdi.Bu yazımda Soma faciasını rasyonel bir biçimde ele alacağım.Rasyonel düşünce aklı kullanmayı öne sürer bizde aklımı kullanmadığımız için bu acıları yaşadığımıza göre bu şekilde bakmak en doğrusu olur diye düşündüm.Uzak ve yakın tarihimizde bu tip maden kazalarını defalarca yaşadık.Ve hala yaşamaya devam ediyoruz.Bunun sebebi çok açık.Aklımızla hareket etmiyoruz.Aynı hataları tekrar tekrar yapıyoruz.Biraz kaba bir tabir olacak  fakat aynı hatayı bir kez daha yapan aptaldır.Bizde aptallığımızdan bu tip büyük kayıplar yaşıyoruz.Geçende bir hayvan belgeselinde izlediğim bir durumdan bahsetmek istiyorum.Çita bir tavşan avladı ve ağacın gölgesine yemek için götürdü.Daha sonra sırtlanlar geldi ve çitaya rahat yemek yeme imkanı vermeyip avını çaldılar.Aynı çıta tekrar bir av bulup avladı.Fakat bu sefer ağacın gölgesinde değil ağaca çıkıp yedi.Görüyoruz ki hayvanlar bile sezgi yoluyla aynı hataya defalarca düşmeyebiliyorlar.İnsanlarla hayvanları ayıran en büyük özellik akıldır.Peki biz aynı hataya nasıl olurda defalarca düşebiliyoruz?

Türkiye bu ağır kayıpları defalarca neden yaşıyor? sorusu aklınızdan geçiyordur.Aslında bunun sebebi çok açık.Türkiye'de bilime yeterince önem verilmiyor.Bilim adamı yetiştirilmiyor.Bilim adamı çıkmayınca da bu tip madenler güvenlikli yapılamıyor.Geçen senelerde Almanya parlementosunda bir konu tartışılıyordu.Bu konu Almanya'nın son zamanlarda yetiştirdiği bilim adamları sayısının azlığıydı.Parlementoda yüksek bir katılım vardı.Yani konu  onalar için çok önemliydi.



Bizim ise hiç böyle sıkıntılarımız yok.Ama bilim adamımız da yok.O yüzdendir ki bu hallerdeyiz.Tarihe bakarsak Soma'daki faciaların benzerlerini başka ülkelerde yaşadı.Bunlar Fransa, ABD,Japonya,Çin ve Şili.Şili'de yakın bir zamanda bir maden kazası olmuş,işçiler 4 ay sonra madenden ufak yaralarla çıkartılmışlardı.Saydığım bu ülkeler maden kazalarını ilk önce aza daha sonrada sıfıra getirmiştir.Bu saydığım ülkelerde bilime verilen değer büyüktür.Bu yüzden de bu tip acıları defalarca yaşamazlar.İşin ilginç tarafı  bu maden açılırken en güvenli ve dünyaya örnek olacak bir maden denilerek açılmıştı.Fakat bu patlama oldu.Bu olayı tartışabilmek için maden mühendisi olamak gerekir.Yani işin teknik boyutlarını bilmek gerekir.Ama insanın aklına da ilginç şeyler gelmiyor değil.Bu kazanın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce gelmesi, acaba kaos ortamı yaratmak için mi bilerek yapıldı düşüncesini akıllara getirebilir.Aslında olayların teknik yönüne bakılarak bu anlaşılabilir.Maden ocakları enerji bakanlığına bağlıdır.İşçilerden sorumlu olan ise çalışma bakanlığıdır.ahlaki açıdan bakılırsa olaylar bittikten sonra istifa etmelidirler. 
Biz ülke olarak bu olaydan ders çıkartmalı,bir daha bu olayları yaşamamamız için önlemler almalıyız.Artık saçma sapan düşünceleri bırakıp bilme yönelmeliyiz.Ancak o zaman bu acılarımız son bulacaktır

         HÜSEYİN BELGER

13 Mayıs 2014 Salı

KÜRESELLEŞME Mİ? YOKSA TEK KÜLTÜRLÜLÜK MÜ?

Tartışmaya başlamadan önce kavramların ne olduğunu,ne anlatmak istediğini ve tanımlarını bilmemiz gerekir.ilk olarak küreselleşmenin bilindik tanımını vererek işe başlayabiliriz.Küreselleşme:ekonomik,sosyal,kültürel,teknolojik,politik ve ekolojik denge açısından küresel bütünleşme ve dayanışmanın artması anlamına gelmektedir.Bu tanım geleneksel bir tanımdı.Şimdi küreselleşmeye farklı boyutlarda ele alalım.Küreselleşmeyi ülkelerin aynı çatı altında hareket etmesi,Ekonomi ve sosyal alanda birlikte faaliyet göstermesi olarak da görebiliriz.Örneğin;internet aracılıyla ABD'deki bir mağzadan sipariş verebilir yada ABD'deki mağzayı ülkemizde rahatlıkla bulabiliriz.Bu küreselleşmenin ekonomik boyutunu gösterir.İlk başta belirttiğim gibi ilk önce tanımlara bakıcaz çünkü,bir şeyi hangi şey olduğunu bilmeden o şeyi kavrayamayız.Şimdi de kültürün tanımına bakalım.Kültür:İnsan toplumunun;biyolojik olarak değilde sosyolojik olarak kuşaktan kuşağa aktardığı maddi ve maddi olmayan ürünler bütünü,sembolik ve öğrenilmiş ürünler yada özellikler toplamı olarak tanımlayabiliriz.Şimdi durumu sorular sorarak tartışalım.Küreselleşme insan için faydalı mı? Küreselleşmenin kültüre olan etkisi nedir? Küreselleşme tanımına uygun bir biçimde mi uygulanıyor? İlk sorudan başlayarak işe devam edelim.Hızla küreselleşen insanlık dünyayı da küçültmüş oluyor.Buda farklı kültürleri tanımamıza sebep oluyor.Peki tanıdığımız bu yeni kültürler bizim mevcut kültürümüze etkisi oluyor u?Türkiye'de bir çok ile gittiğimizde fast food mağzalarını sık sık görürüz.Peki o ilin yöresel yemeklerini yapan kaç tane görürüz.Bel ki bir iki  belki de
hiç göremeyiz.Çünkü küreselleşen dünya buna izin vermez kendi kültürlerini empoze etmişlerdir.Artık kendi kültürünü değil,başka kültürleri yaşamaktasındır.Dilde bundan çok büyük yara almıştır.Küreselleşen dünyada sıklıkla kullanılan diller vardır.Bunların başında Fransızca,İngilizce,Almanca gibi diller gelir.Türkiye'de sokağa çıktığınızda dükkanların,lokantaların ve eğlence mekanlarının isimlerinin yabancı olduğunu görürsünüz.Gündelik dilde bile yabancı kelimeler kullanılmaktadır.Maksimum minimum gibi..Özellikle bu durum genç nesilde sıklıkla görülmektedir.Sebebi çok açıktır küreselleşmeyi en sıcak olarak onlar yaşamaktadırlar.İnternet ve sosyal medya aracılığıyla.Kültür dille aktarıldığına göre dilin bozulmasıyla kendi kültürümüzde ortadan kalkar.Dil bir gemidir,kültür ise o gemide bir yolcu.Böylece ilk iki sorumuza cevap bulmuş oluyoruz.Küreselleşmenin insan için faydalı olup olmadığı sorusu ile kültüre olan etkisi.Şimdi üçüncü sorumuz olan küreselleşme tanımına göre mi uygulanıyor? sorusuna cevap arayalım.Küreselleşme aslında devletler arası bir yardımlaşma ve dayanışma değil bir baskın kültür çıkararak tek kültürlülük yaratma çabasıdır.Akla hemen şu gelebilir.Küreselleşme yeni dünya düzenini savunan gizli örgütlerin bir oyunu mu?Bence kesinlikle insanları küreselleşme bahanesiyle tek bir kültüre indirip,tek kültüre inince de tek bir ırk oluşturup kendilerine hizmet ettirip dinleri yok etmektir.Yaradan bizleri farklı ırklara bölmüştür.Böylecede farklı kültürler orataya çıkmıştır.Peki bu insanoğlunun küreselleşme çabası neden?Eğer küreselleşme tanımına uygun yapılırsa büyük faydaları var.Fakat tanımı dışında yapılırsa da büyük zararları vardır.Biz küreselleşeceğimize kendi kültürümüzü geliştirirsek daha yapıcı ve faydacı olur
                                                                                             
                                                                                                               HÜSEYİN BELGER

KAYNAKÇA:FELSEFE SÖZLÜĞÜ AHMET CEVİZCİ www.apriorifikir.com