13 Nisan 2015 Pazartesi

Bir Direniş Hareketi ve Varoluş Mücadelesi

       RUSYA-ÇEÇENİSTAN ÇATIŞMASI
 
    Çeçenistan’da uzunca bir yılı aşkın süredir tüm dünyanın gözleri önünde bir insanlık dramı yaşanıyor. Rusya her ne kadar Çeçenistan’daki savaşı gözlerden uzak tutmaya çalışsa da ortaya çıkan tablo gerçekleri tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Rus askerlerinin saldırıları sonucu Çeçenistan’da 250 bini aşkın kişi hayatını kaybetti. Bu da savaşın başında 1 milyon olan çeçen nüfusunun dörtte birine karşılık geliyor. Nüfusun yarısı ise Çeçenistan’ı terk etmek zorunda kaldı. Bugün her bir çeçenin bir ya da daha fazla yakını artık hayatta değil. Bu insanlar büyük bir Travma geçirmekte ve her geçen gün daha da artan baskılara katlanmak zorunda bırakılıyorlar. Öyle ki insanlar yargısız infazlar sonucu öldürülen çocuklarının ya da eşlerinin cesetlerini almak için bile binlerce dolar fidye ödemek zorunda bırakılıyor.  Her şeye rağmen orada olan, hayatta kalan Çeçen halkı yaşam ile ölüm arasında ince çizgide, umut ile umutsuzluk arasında bir yerde bekliyorlar.
         
    Çeçenistan Kafkasya’nın küçük fakat jeostratejik konumu ve ekonomik kaynaklarıyla önemli bir ülkesi. Kadim bir geçmişe sahip olan Çeçenler dört asırdan uzun bir süredir Ruslara karşı bu coğrafyada varoluş mücadelesi veriyorlar. Çeçenlerle Ruslar arasında nüfus, yüzölçümü, yetişmiş asker ve diğer kaynaklar açısından bir güç asimetrisi bulunuyor.
           
    Çatışmanın analiz edilmesinde öncelikli olarak tarafların belirlenmesi gerekmektedir. Birincil Taraflar Çatışmada birbirine tamamen zıt olan çatışmadan doğrudan etkilenen Rusya ve Çeçenistan’dır. İkincil taraflar ise çatışmadan doğrudan değil de dolaylı olarak etkilenen Türkiye, AB ABD ve Azerbaycan’dır. Son olarak Üçüncül taraf ise Çatışma Sürecini etkileme gücü olan BM’dir.

    Çeçenistan’la ortak bir tarihi ve kültürel mirasa sahip Türkiye’nin sınırlarından sadece birkaç yüz kilometre uzakta yaşanan insanlık dramına kayıtsız kalması elbette düşünülemez. Şeyh Şamil engelinin aşılmasıyla Rusların 93 Harbi’nde Erzurum önlerine kadar geldikleri hatırlanacak olursa, Ortadoğu-Kafkasya’nın tam merkezinde yer alan Anadolu’nun etkin bir Kafkasya politikası izlemesi zorunludur. Türkiye’nin Çeçenistan politikası devlet ve halk tarafından farklılık arz etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, devlet politikasında Çeçenistan’a yönelik doğrudan bir söylem geliştirmemiştir. Çeçen halkına az da olsa destek vermeye çalışmıştır. Halk ise mücadelede doğrudan taraf olmuş ve Çeçenistan’ın yanında yer almıştır.

    Bugün çeçenler bütün bir toplum olarak kaderine terkedilmiş durumdalar. Başta ABD, AB ve İslam ülkeleri olmak üzere tüm dünya Çeçenistan’daki savaşı görmezden geliyor. Biz ise barış ve huzur içinde bir Kafkasya umudumuzu hiçbir zaman kaybetmeyeceğiz.

    ABD’nin Rus-Çeçen çatışmasına yönelik dış politikasını, öncelikle insan haklarının ABD dış politikasının dayanağı olarak kullanıldığı gerçeği göz önüne alındığında endişe vericidir. AB, AK ve AGİT ile beraber ABD, Rusya’yı uluslararası  hukuku ihlali konusunda kınamak zorunda. Şimdilerde Kafkaslarda ki barış umudu ve Çeçenlerin barış arayışına adil bir çözüm bulma umudu gölgelenmiş gibi görünüyor. Clinton, yönetiminin Rusya’nın Çeçenistan’da ki zalim saldırılarını önlemekte başarısız olmasına rağmen Bush yönetimi, yürürlükteki dış politikayı, uluslararası hukuk ile uyum içerisindeki adil ve yasal araçlarla ABD ulusal çıkarlarına hizmet edecek şekilde düzeltmek için geniş imkanlara sahip. Dünyanın tek süper gücü olarak ABD, Çeçen sorununa, ulusal çıkarlara ve uluslararası hukuka uyumlu pragmatik bir çözüm bulmak için gerekli araçları elinde bulunduruyor.   

    Çeçenistan’da yaşananlar; bir taraftan Avrupa konseyi üyesi ve birçok insan hakları sözleşmesinde imzası bulunan devletlerin bunlara itaatsizliğini, diğer yandan da uluslararası toplumun bu ihlallere duyarsızlığını gözler önüne seriyor. Çeçenistan, Bosna’dan Kosova’dan farklı olmasa da, Putin’in uygulamaları da Saddam rejiminkinden çok farklı olmasa da bu çatışma uluslararası toplumda benzer ilgiyi görmedi. Batılı hükümetler tarafından Rusya’nın iç meselesi olarak görünen sorun, İslam dünyasının da sessizliğiyle kaderine terkedilmiş durumdadır.

    Çeçenistan’daki savaşın daha iyi anlaşılabilmesi için tarafların soruna bakış açılarını çok iyi anlamamız gerekiyor. Rusya’nın Çeçenistan politikası, bir yanda küresel güç olarak yükselen ABD’nin hakimiyetini sarsma, askeri nüfusunu sekteye uğratma, Kafkasya’da kaybettiği siyasal ve ekonomik avantajı yeniden elde etme amacını taşımakta, öte yanda Çeçenlerin bağımsızlık mücadelesinin başarılı olması halinde bunun diğer özerk cumhuriyetlere kötü örnek olmasını önleme gibi kaygılar barındırmaktadır. Diğer yandan da Rusya 11 Eylül saldırılarından Çeçenistan’da gerçekleştirdiği askeri operasyonlarını ABD’nin öncülüğünde başlatılan ‘’uluslararası terörle mücadele’’ kapsamına dahil etmiştir. Kısaca Çeçenistan’da gerçekleştirdiği insan hakları ihlalleri konusunda tepki çekmemek için Terörle Mücadele kavramını savunma mekanizması olarak kullanmıştır. Bununla birlikte Rus Hükümeti Çeçenistan meselesinin Rusya’nın iç meselesi olduğunu vurgulamakta, diğer devletlerin ve kuruluşların bu konuya müdahalesine karşı çıkmaktadır. Çeçenler ise; Mücadelelerini küresel bir eylemden ziyade sadece Rus yönetimini muhatap alan ve bağımsızlığa ulaşmayı amaçlayan bir hareket olarak nitelendirmektedirler.
    
    Çeçenistan sorunu ne milliyetçilik akımlarının etkisiyle ortaya çıkmış bir çatışma, ne de 11 Eylül sonrası ifade edildiği gibi bir terörle mücadele operasyonudur. Tarihsel süreç, Çeçenistan’daki sorunun; din, dil ve coğrafi unsurları bir arada barındıran bir varoluş mücadelesi olduğunu göstermektedir.
    
    Çeçenistan’da bugün kriz, savaş, çatışma, dram, trajedi gibi çok farklı kelimelerle ifade edilen sorun, SSCB’nin dağılma süreciyle birlikte ortaya çıkmış bir bağımsızlık mücadelesi olarak değerlendirilmemelidir. Çeçenistan’daki varoluş mücadelesi yaklaşık 400 yıllık bir geçmişe sahiptir. Rusya’nın 16. Yüzyılda Kafkasya’da başlattığı sömürgecilik faaliyetleri 19. Yüzyılda hız kazanmış ve yüzyılın ikinci yarısında Kafkas halklarının topraklardan acımasızca sürülmesiyle sonuçlanmıştır. 1864 ve 1944 yıllarında iki büyük sürgüne ve çok sayıda katliama maruz bırakılan Çeçenler de Rusya’ya karşı olumsuz bir travma oluşmuştur. Ve zaman geçtikçe de artan olaylar geri dönülemez bir güvensizliğe yol açmıştır.

    Rusya’nın çıkarları açısından Çeçenistan çok önemli bir yerde bulunuyor. Rusya hakimiyet alanını genişletmek istiyor. Çeçenistan’ın hazar deniziyle kıyısının olması Rusya açısından bölgeyi daha da çekici hale getiriyor. Rusya hem Hindistan tarafından sıcak denizlere inmek için hem de Orta Asya’ya bağlanacak olması sebebiyle bölgeyi elinde tutmak istiyor. Ayrıca Orta Asya’daki doğal gazı getirip Avrupa’ya satmak istiyor. Ve güzergahta Çeçenistan var. Bugün Rusya Çeçenistan üzerinden Orta Asya’dan aldığı doğalgazı Avrupa’ya satmazsa Avrupa donar.
    
    11 Eylül olaylarından sonra  ABD’nin öncülüğünde başlatılan ‘’uluslararası terörle mücadele kampanyasına’’ en açık destek Rusya'dan geldi. Ekim 2002’de Moskova’daki bir tiyatrodaki rehine eylemi ve Eylül 2004’te gerçekleştirilen Kuzey Osetya’nın Beslan kasabasındaki okul baskını, 11 Eylül’den beri Çeçen ‘terör tehdidini’ her zaman kullanmış olan Rus yönetimine saldırılarında önemli bir meşruiyet dayanağı teşkil etti. Böylece Rusya, Çeçenistan’daki operasyonları için sadece meşruiyet kazanmakla kalmadı, başta ADB olmak üzere dünya kamuoyunun da desteğini sağlamış oldu.
    
    Çatışmanın çözülememesinin sebeplerinden bir taneside Rus yönetiminin normalleşme söylemidir.  Çeçenistan’ı dünya kamuoyundan ve hatta kendi toplumundan uzak tutan Rus yönetiminin, Çeçenistan’da savaşın bittiği ve hayatın normale döndüğü yönündeki açıklamaları uluslararası toplumun konuya ilgisinin azalmasına neden oldu. İnsan Hakları İzleme Komitesi’nin 2004 yılı Dünya Raporu, 11 Eylül saldırıları sonrasında Rus Yönetiminin Çeçenlere yönelik baskılarının arttığını doğruluyor. Özellikle 2003 yılında, keyfi tutuklamalar, işkence ve kayıp olaylarında artış olduğunu kaydeden rapor, Kremlin’in normalleşme iddiasının aksine savaşın yayıldığını ve daha büyük çapta ihlaller gerçekleştiğini söylüyor.
    
    Bugünkü direnişin en büyük sebeplerinden olan Müridizm’den ve Şeyh Şamil’den de bahsetmemiz gerekiyor. Bugün Çeçenlerin Psikolojik motivasyonları(Psiko-Tarih) bununla alakalıdır. Yayılmacı ve Sömürgeci bir politika izleyen Çarlık Rusya’nın Kafkasya’da karşılaştığı en büyük direniş Müridizm hareketidir. Bu direniş İmamlar öncülüğünde yürütülmüş ve başarılı olmuştur. İmamlar Dönemi olarak adlandırılan bu dönem şiddetli çatışmalara sahne olmuş ve Çarlık Rusya’sı Kafkasya üzerindeki hakimiyetini ancak son İmam Şeyh Şamil’i öldürerek ve halkı bölgeden sürerek kurabilmiştir. Müridizm hareket işgal ve sömürüyle mağdur olan Çeçen halkına Cihat ruhunu aşılamıştır. Bu günde Cihat şuuruyla mücadelelerini vermektedirler.

  Çatışmaya etki etme gücü olan ve çözüm sağlamaya çalışan BM aslında Rusya’yı cesaretlendirmiştir. Birinci savaşta Rusya’nın Çeçenistan’da gerçekleştirdiği ihlaller ve işlediği savaş suçlarından dolayı diplomatik olarak herhangi bir tutumla karşılaşmaması Rus yönetimin cesaretlenmesine yol açtı. Ve bu cesaretle olacak ki, Rusya Başbakanı Sergey Stepaşin’in sözcülüğünü yapmış olan General Alexandre Mikhailov ikinci savaş öncesi şu açıklamayı yapmakta herhangi bir sakınca görmedi; Çeçenistan’ı bir ayda kökünden kazırsak, Batı farkına bile varmaz.

    Beslan Rehine Krizi bu çatışmada önemli bir yer tutuyor. İki taraf içinde Travma olarak nitelendirebiliriz. Kısaca 1 Eylül 2004 tarihinde 1227 kişinin rehin alınmasına Rusya 318 kişiye katlederek çözüm buldu. Burada sorulması gereken bazı sorular vardı. Kuzey Osetya’daki olayın Çeçen davasıyla ne ilgisi vardı? Yüzlerce çocuğu rehin alan kişiler Çeçenlerin onurlu bağımsızlık mücadelesini temsil ediyorlar mıydı? Ya da bu eylemde rol alanlar Çeçenistan’daki soykırıma öfkelerini göstermek, yok edilen bir milletin ve ülkenin sesini duyurmak, bu trajediye sessiz kalan dünyanın dikkatini çekmek istemiş olabilirler miydi? Bu olay sonucunda Kafkaslardaki gerçekler geri plana itildi. Dünyanın Çeçen direnişine sempatisini zayıflatan olay, Çeçen davasına Ne kazandırdı?  Kim kazandı? Tabii ki uluslararası terör argümanıyla dünyayı savaş alanına çeviren, çıkarlarını küresel terörle güvence altına alan güçler…
    
    Aslında konuya Stratejik işbirliği karşısında İnsan hakları diye bir başlıkta atabilirdik. Hem ABD hem de AB ülkelerinin Çeçenistan politikasını belirleyen unsurlar arasında ekonomik çıkarlar öncelikli bir yere sahiptir. ABD ve Avrupa hükümetlerinin ortak savunma, güvenlik ve enerji gibi konularda Rusya ile olan siyasi ve ekonomik ilişkileri, onları Rusya ile insan hakları konusunda karşı karşıya kalmaktan her zaman alıkoydu.
   
    Öncelikli olarak Çeçenistan’daki çatışmayı Rusya’nın bir iç meselesi olarak kabul etmek ve Çeçenistan’daki savaşı uluslararası terörle mücadele kapsamında değerlendirmek Çeçenistan için çözüme uzak bir anlayışı benimsemek demektir. Rusya’nın Çeçenistan’ı işgali Rusya’nın iç meselesi olarak görülmemeli ve burada gerçekleştirilen insan hakları ihlalleri de uluslararası hukukun ihlali olarak değerlendirilmelidir. Rus yönetimine uluslararası insan hakları sözleşmesine uyması konusunda baskı yapılmalıdır. Bölgedeki ihlallerin tespit edilmesi ve bölgeye insani yardım ulaştırılması, Çeçenistan’daki sorunları çözmeye yetmeyecektir. Pozitif Barışın sağlanması için bölgenin nihai statüsünün belirlenmesi gerekmektedir.  
  
    Çeçenistan’daki yaşananlara insan hakları perspektifinden bakmamız gerekiyor. Ancak ‘’İnsan Hakları’’ kavramının günümüzde her türlü siyasi söylem için kolaylıkla manipüle edildiği ve kavramın kendisinin ihlale açık olduğu göz önünde bulundurulduğunda Çeçenistan’daki sorunun hangi bağlamda değerlendirileceği çok büyük önem arz etmektedir. Tarafsız bir gözle, yaşananları karşılıklı ihlaller olarak tanımlamak ve bunu bu şekilde rapor etmek sorunun çözümüne hiçbir katkı sağlayamayacaktır. Bununla birlikte Çeçenistan’daki durumu savaş, çatışma, işgal, direniş, terörle mücadele ya da bağımsızlık mücadelesi gibi kavramlarından birini tercih ederek tanımlamak aslında soruna doğrudan taraf olmak anlamına geliyor. Bu çatışmanın çözümünde birincil hedef oradaki insan hakları ihlallerinin gündeme taşınması olmalıdır.
   
    Uluslararası topluluk, çatışmanın taraflarını insancıl hukuka uygun davranması ve sivil halkı korumak için gereken önlemlerin derhal alınması yönünde zorlamalıdır. Rusya, Avrupa Konseyi’nin bir kurucu üyesi olarak insan hak ve hürriyetlerini garanti etmek zorundadır. Nitekim Avrupa Konseyi ve Rusya’nın kanunları ile Rus ordusunun Çeçenistan’da gerçekleştirdiği ihlaller tezat teşkil etmektedir.

    Gelinen noktada, yıllarca süren savaş ve militarist siyasetlerin bu çatışmanın çözülmesine katkı sağlamadığı, aksine çatışmanın Kafkasların diğer bölgelerine de yayılmasına sebep olduğu görülmüştür. Bölgede kalıcı bir barışın sağlanması, yukarıda da bahsettiğim gibi pozitif barışın sağlanması Çeçenistan’ın tarihi ve kültürel yapısı ile dini ve etnik özelliklerinin göz önünde bulundurularak siyasi statüsünün belirlenmesine bağlıdır.

    Şu bir gerçek ki, Rusya ne kadar şiddet uygularsa uygulasın, Çeçenistan’a ne kadar asker yığarsa yığsın başarılı olamayacak. Çeçenlerle anlaşmadığı sürece Rusya’nın Kafkaslar politikasının da başarı şansı olamayacak. Çeçenistan için her türlü şiddet ve katliam dışında seçenek tanımayan Putin’in askerleri yaptıkları vahşeti özgürce gerçekleştirebiliyorlar. Yüz binlerce insanın hayatını kaybettiği bir savaş var ortada ve ölenlerin çoğu çocuk, küçük bir millet yok ediliyor.

    Devletlerin birbiriyle terör üzerinden hesaplaştığı, istihbarat kuruluşlarının terör örgütleri kurduğu ve terörist saldırılar yaptığı, büyük enerji projeleriyle terörün iç içe geçtiği bir dönemde yaşıyoruz. Dünyanın yeniden yapılandığı, birçok bölgede korkunç bir paylaşım mücadelesinin yaşandığı, ABD ve müttefikleriyle bazı güçler arasında çok ciddi nüfus mücadelelerinin olduğunu biliyoruz. Uluslararası terör argümanının tartışılamaz ön kabul haline geldiği bir dönemde, devletlerin terör yatırımı ciddi bir şekilde analiz edilemezse korkunç bir gelecek bizi bekliyor demektir.
            

Kaynakça


-  AHMED Nafız, ‘’ Çeçenistan’ın Ezilmesi: Batı Politikasında İnsan Hakları’nın Rolü ‘’,       Çeçenistan; Yok Sayılan Ülke, (Der, Özcan Özen ve Osman Akınhay), İstanbul: Everest Yayınları
-  SEZGİN Niyazi, ‘’ Bölgeler ve Olaylar Kafkasya’’, Stratejik Analiz, Aralık 2002
-  KARAKOÇ Ekrem, ‘’Rusya’nın Kafkas Politikası’’, Anlayış Sayı 4, Eylül 2003
-  MURADOV Musa, ‘’ Chechnya Enters Zone of European İnterests’’, 14 Nisan 2005
-  ZAKARİA Fareed, ‘’This is Moral Clarity?’’, Washington Post, 5 Kasım 2002
-  TORBAKOV Igor, ‘’Türkiye Rusya İlişkileri’’, Euro Asia Net, Ocak 2005
-  YILDIRIM Tansı, ‘’Çeçenistan Sorunu ve Türkiye’’, Değişen Dünya ve Türkiye, İstanbul Bağlam Yayınları, 1996
-  TURHAN İbrahim, ‘’Umudun Öldürülemediği Dağlar, Kafkasya’’, Anlayış, Sayı 4, Eylül 2003
-  KOCAOĞLU Mehmet, ‘’Rusya’nın Tarihe Düşen Emperyalist Gölgesi’’, Bilgi Dergisi, Sayı 3, Güz 1996




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder