28 Ekim 2015 Çarşamba

CUMHURİYET'İN SANCILARI

Cumhuriyet: Halkın egemenliği elinde bulundurduğu yönetim şeklidir.


Peki gerçekten böyle mi olmuştur?


92 yıldır var olan Cumhuriyet sisteminde halk egemenliği elinde bulundurabilmiş  midir?


Başka bir deyişle buna fırsat verilmiş midir?


Türkiye 1923 yılında kurulmuş bir devlet olmasına rağmen halkın yönetime katılması 1946 yılında mümkün olmuştur. 1923’de devleti kuranlar egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğunu dile getirseler de ‘‘neden demokrasiye geçmek için bu kadar beklediniz?’’ sorusu karşısında halkın buna hazır olmadığını iddia ederler. Velakin ne hikmetse demokrasiye hazır olmayan halkımız şapka giymeye,  harflerini değiştirmeye (hem de bir gecede) , ezanlarını Türkçe dinlemeye hazır vaziyette beklemektedir. İşin daha da komik yönü tek parti ile yönetilen bir ülkenin kadınlarına seçme ve seçilme hakkı verilmesi ve bununla övünülmesidir.


Hangi sebep ile olursa olsun 20 sene ismi Cumhuriyet olan bir ülkenin tek parti ile yönetilmesi skandaldır. Bugün oy kullanan her insan şunu iyi bilmelidir. 2. Dünya savaşı bizim demokrasiye geçmemizi sağlamıştır. İşimiz İsmet İnönü’ye kalmış olsaydı kendisi ölene kadar o tahttan inmeye niyeti yoktu.


Güç bela geçtiğimiz demokrasinin sorunları 92 yıldır bitmemiştir. Öyle ki halkın oyları ile seçtiği hükümetlerin 10 yılda bir askeri darbeler ve sivil muhtıralar ile gasp edilmesi bununla da kalmayıp başbakan ve bakanların idam edilmesi Cumhuriyet rejiminin utanç kaynakları olmuşlardır.


Cumhuriyet kimsenin karşı olduğu bir rejim değildir. Ancak halkın yaşadığı acı tecrübeler bugün ki siyasetçilere ders olmalıdır. Geçmişte yapılan hatalar tekrar edilmemeli halkın seçtiği insanlara saygı duyulmalıdır. Böyle yapılmadığı takdirde Cumhuriyet’in kazanımları hiçe sayılmış olur.


Bunları hatırlamak ve herkese hatırlatmak benimde hoşnut olduğum bir durum değil. Ama biz Müslümanlar hatalarımızı görmeliyiz ve aynı hataları tekrarlamamak için geçmişte yaşananları her zaman aklımızda tutmalıyız.


Geçmişini bilmeyenler geleceğe ışık tutamazlar…



92. yıl kutlu olsun. Allah bundan sonrası için yardımcımız olsun.





25 Ekim 2015 Pazar

KUTUPLAŞTIRAMADIKLARIMIZDAN MISINIZ ?

Kutuplaşma’ sözcüğü bugünlerde, kamuoyunun sıklıkla duyduğu bir sözcük haline geldi. Bir takım gazeteci ve entellektüeller, insanların her konuda (özellikle siyaset) ayrıştığını yeniden birlik ve beraberliğin sağlanması adına, koalisyon gerektiğini savunur oldular. Tabi ki bunun gereği neydi ? 'Televizyonlara çıkıp koalisyonu cici çocuk gibi göstermek'. Kendi savundukları partilerin tek başına ülke yönetmek gibi bir hedefi olmadığı için, elbette tek çözüm koalisyondur. Hatta bununla da kalmıyorlar. Öyle ki Akp tek başına iktidar olursa (bu korktukları durum), koalisyon gibi hareket etmeliymiş. Tüm partiler ile iş birliği halinde olmalıymış.


Tekrar ‘Kutuplaşma’ meselesine geri dönersek, bu arkadaşlar birde şu tespiti yapıyorlar. ‘Bizi 13 yılda bu kadar kutuplaştıran, ayrıştıran Erdoğan ve Akp’dir’. Tabi ki hitap ettikleri kitle buna inanıyor. Ben buna şaşırmıyorum. Beni şaşırtan olay bizim sokaktaki abilerin, ablaların bu duruma inanıp, ‘Hakikaten çok ayrıştık, galiba doğru söylüyorlar’ gibi cümleleridir.


Şimdi ben bunu dillendiren ve buna inanan herkese sesleniyorum.

Senelerce başörtülü analara hakaret ettiniz. Çocuğunu askere aldınız. Ama yemin törenini tel örgülerin arkasından seyrettirdiniz. O zaman bu 'ana' hangi kutupta yer alıyordu ?

Yetmedi. Halkın verdiği oy ile meclise giren başörtülü bir bayanı, oradan kovarken aklınızda bir kutup var mıydı ?

Kanlı darbeler ile hükümetleri devirip, insanları idam ederken, kutup sözcüğünün anlamını biliyor muydunuz ?

Yıllarca oligarşik sermaye yapılanması, işçiyi sömürürken, istediği gibi ülkede at koştururken, acaba bir gün kutuplaşır mıyız diye düşünmüş müdür ?

Maaş kuyruğunda ölen emekliler, tüp kuyrukları, ekmek kuyrukları, yönettiğiniz devlet de bunun gibi nice olaylar olurken, bir gün halkın sizden hesap soracağını düşünmeliydiniz bence.

‘En iyi Kürt ölü Kürttür’ derken yada ‘Türkiye Türklerindir’ derken bir gün bu halkın karşınızda yer alacağını hesaba katmalıydınız.


Liste uzar gider, ama siz gelin bu söylemden vazgeçin. Neticede her şeyi tecrübe etmek gerekmez. Tarihe bakılır, geçmişe bakılır, o günleri yaşayanlara sorulur ve doğru karar verilir…








14 Ekim 2015 Çarşamba

AH DEMİRTAŞ VAH DEMİRTAŞ

      Ankara katliamından bir gün önce sosyal medya hesaplarından, ‘Ankara’da bomba patlayacak’ mesajlarını atan 2 kişi bu sabah saatlerinde gözaltına alındı. Gözaltına alınan bu iki zanlı, PKK üyesi çıkınca tabii ki takke düştü, kel göründü.

   Artık bir şeyi net bir şekilde biliyoruz. Bazı HDP vekilleri bu saldırının olacağını önceden biliyordu. Madem böyle bir saldırıdan haberiniz vardı, neden yüzlerce insanın o alanda toplanmasına izin verdiniz ? Bunca masum insanın sizin yüzünüzden ölmesi hiç vicdanlarınızı ağrıtmayacak mı ?

   Ey Demirtaş. Saldırıdan bir sonraki gün, saldırının yapıldığı alana giderek gülücükler saçarken, 9 yaşındaki o masum çocuğun suratı hiç mi gözünün önüne gelmedi ? Kalleşsiniz. Yalancısınız. Saldırının üzerinden daha 10 dk geçmişten televizyonlara çıkıp, 'bu işi devlet yaptı' derken de kendi suçunuzu gizlemeye çalışıyordunuz. Medyayı manipüle edip oradaki ölü sayısı 128 yalanını uydururken de gizlenmeye, saklanmaya çalışıyordunuz.

   Ama artık sen zaman ‘barış’ kelimesini kullanırsan, bir yerlerde bombalar patlayacağını biliyoruz. Zaten 7 haziran seçimlerinden önce, musluklardan kan damlayacak demediniz mi ? PKK ile aranıza mesafe koymak şöyle dursun, sırtınızı PKK’nın uzantısı olan PYD’ye yasladığınızı cümle aleme ilan etmediniz mi ?

   Planların bu sefer tutmayacak Demirtaş. Her seçim öncesi bomba patlatıp, sonra bunu devletin üzerine bırakma geleneğin bu sefer elinde patlayacak.

   Şunu da unutma. 1 Kasım seçimlerinden sonra milletimiz, senin kanlı yüzünü görmüş ve seni tarihe gömmüş olacak. İşte o zaman beraber saz çalıp türküler söylediğin, sıra gecesi arkadaşların bile seni kurtaramayacak.

   Ankara saldırısında devletin istihbarat eksikliği olduğu da konuşuluyor. Bu konuda da şunu söyleyeceğim. Böyle bir zafiyet varsa tabi ki sorumluları görevden alınmalıdır. Ama şunu da unutmayalım. Dünyanın bütün büyük devletlerinde bu tip saldırılar olmuştur. Bundan sonrada olacaktır. ABD gibi bir devletin başına 11 Eylül saldırıları gelmiş, Fransa’da Charlie Hebdo saldırısı olmuş, Madrid’de bomba saldırısı olmuştur. Bunları da hesaba katmalı ona göre değerlendirmeler yapmalıyız.

Ne diyorduk : ‘Tarih seni unutsada, Amed’in Müslümanları seni unutmayacak Demirtaş…





13 Ekim 2015 Salı

BÜYÜK RESİM

       Cuma günü Ankara’nın göbeğinde patlayan bomba, ülkede şok etkisi yarattı. Gerek bomba patlamadan saatler önce atılan bazı twitter mesajları, gerekse sosyal medya trollerinin attığı mesajlar, kafalarda bu kanlı eylemi kimin yaptığı ile ilgili bazı soru işaretleri bıraktı.


   Ülkemizde yaşayan insanların her biri, iyi birer futbol uzmanı olduğu gibi, iyi birer siyaset bilimci de olduğu için hemen teoriler birbirini izledi. Bir taraf bu işi Erdoğan’ın yaptırdığını iddia ederken, buna karşılık diğer tarafta bu işte Hdp’nin parmağı olduğunu iddia etti. Ancak bir an oturun ve düşünün. Tayyip Erdoğan 1 Kasım seçimlerinde Akp’nin oyları artsın diye bu eylemi yaptırmış olabilir mi? Hadi beklemeyin !!! Vicdanınızı yoklayın. Korkmayın o doğruyu söylecektir. Erdoğan’ı sevmiyor olabilirsiniz. Velakin sırf oy arttırabilmek için 97 kişinin canına kastedecek kadar hain olabileceği nasıl aklınıza yatıyor ? Hadi böyle düşündüğünüzü var sayalım. 7 Haziran seçimlerinden iki gün önce, Diyarbakır’da patlayan bombayı da Erdoğan oy için yaptırdı demiştiniz. Peki ne oldu ? Hiçbir akıl sahibi insan Ankara’daki bu kanlı eylemi devlet yaptırdı diyemez. Yani devletin yaptırdığını  konuşmak bile bana abes geliyor ama insanlar hani o meşhur ‘algı operasyonu’ terimi var ya işte o terim kullanılarak aldatılıyor.

   Biz burada içimizde mikro meseleler ile uğraşırken, kimsenin aklına bu eylemin dış kaynaklı olabileceği gelmiyor. Herkesin derdi o taraf oy için yaptı, bu taraf oy için yaptı. Hayır kardeşim, küçük mesele ile uğraşırken büyük resmi kaçırma !

   Lisede hocalarımız dünya devletlerinin politikalarından bahsederken, Rusya’nın sıcak denizlere inmek, orada söz sahibi olmak istediğinden bahsederdi hepimiz hatırlarız. İşte Rusya bu emellerini yeniden canlandırmak adına, bu aralar herkesin üzerinde planlar kurduğu Suriye’ye saldırılar düzenledi. Açıkça dile getirmesede amacı, yukarıda söylediğim olayı gerçekleştirmektir. Burada Türkiye’de işin içine sokulmakta, belkide bir taraf olması istenmektedir. Çünkü ABD ve Almanya, Rusya’nın bu politikasını kabul etmemekte, soğuk savaş rüzgarlarının estiği bu günlerde Türkiye’yi yanlarına çekmeye çalışmaktadır. Pek tabi ki Merkel’de bu yüzden apar topar Ankara’ya, Erdoğan’ı ikna etmeye geliyor.

   Ankara’daki bu saldırının altından çıkacak devlet muhtemelen Rusya’dır. Binaelaneyh, Erdoğan gibi bir liderin burada takınacağı tutum Türkiye’nin çıkarlarını en üstte tutup, bu işten karlı çıkmanın yollarını aramaktır.

   Şunu unutmayalım. Dış güçler Türkiye’nin güçlendiğinin farkındalar. Bu gücü durdurmanın, dünyada söz sahibi olmamızı engellemenin tek yolunun, istikrarı bozmaktan geçtiğini çok iyi biliyorlar. Bu sebepten dolayı, 7 Haziran seçimlerinden önce yaşananlar patlamalar, içeride istikrarı bozmuş, üst akıl amacına ulaşmıştır. Şimdi de aynı senaryo yazılıyor. Biliyorlar ki 1 Kasım da tek başına iktidar olan bir parti çıkarsa, planları alt üst olacak. Çünkü onlar koalisyon istiyorlar.

   Koalisyon demek, dışa bağımlı bir IMF demektir.

   Koalisyon demek, 13 senede 30 senelik iş yapan Türkiye’yi tekrar eski haline döndürmek demektir.

   Koalisyon demek, ekonomide ithal bakan demektir.

   Yusuf Kaplan hocanın dediği gibi zokayı yutma ve medya seni mikro meseleler ile aldatırken, arkandan çevriler dolapları gör…





11 Ekim 2015 Pazar

BAŞKENT'TEKİ SALDIRININ ULUSLARARASI BOYUTU



Dünya gündemi her geçen gün biraz daha ısınıyor.  Uluslararası güçler soğuk savaşın provasını yapmakta. Provanın yeride Ortadoğu. 2003 yılı Irak savaşı ile bölgede oluşan karışıklıklar son zamanlarda daha da etkisini arttırdı. Amerika’nın Ortadoğu’ya yönelik faaliyetleri günümüzde diğer ülkelerin katılımıyla soğuk savaşın başladığına dair göstergeler oluşturdu. Ortadoğu’da Amerika’nın  silahlı politikalarına karşılık, Rusya İran üzerinden karşı politikalar üretmekteydi. Fakat geçtiğimiz günlerde DAİŞİ sebep göstererek oda silahlı politikalara girdi. Amerika ve Rusya’nın aynı yerde askeri operasyonlar yapması bize soğuk savaş yıllarını hatırlattı. Bu tip olaylar Ortadoğu’da olunca ister istemez Türkiye’de işin içinde yer almak zorunda kaldı. Artık Ortadoğu, üzerine, plan ve stratejilerin yapıldığı, uluslararası güçlerin savaş yaptığı bir yer haline geldi.

Bilindiği üzere Türkiye’de yapılan en son seçimde koalisyon durumu ortaya çıktı. Fakat partiler anlaşamayıp koalisyon kurulamadı. Bu durumda Türkiye’de bir istikrarsızlığa neden oldu. Ortadoğu’da soğuk savaşın provası yapılırken, Türkiye’de bu savaşın içinde yer almak zorunda kalmış iken, bu istikrarsızlık, dış politikayı da olumsuz yönde etkiledi.

Dış politikada bir istikrar yakalamak ve ona yoğunlaşmak için de iç politik durumunuz iyi olmak zorunda. 1 Kasım seçimlerinin getirdiği o kötü hava maalesef iç politikayıda olumsuz etkiledi. Seçimlerden bu yana PKK saldırıları ve DAİŞİN saldırıları yoğun bir şekilde arttı. Suruç’ta iç istikrarı bozmaya yönelik büyük bir saldırı yapıldı. Geçtiğimiz günlerde de Başkent’te Suruç’ta yapılana benzer ondan daha etkili bir saldırı yapıldı. Bu saldırıda Türkiye’nin iç Politik durumunu oldukça olumsuz yönden etkiledi. Ortadoğu’da yaşanan olaylar ve uluslararası güçlerin soğuk savaş provası, Türkiye’nin iç politik durumunu acaba etkiliyor mu? Sorusu aklınıza gelebilir. Çünkü soğuk savaş provasında Türkiye’de var. Türkiye bu provanın Amerika tarafında ve Rusya’da Amerika’nın karşısında.  Bilindiği üzere Rusya, Suriye’ye hava saldırısında bulunurken, Türkiye hava sağsını ihlal etmiş ve askeri bir kriz yaşanmıştı. Bu gelişmeler neticesinde Rusya’nın, Başkentteki saldırıda parmağı olabilir mi sorusu akıllara gelebilir. Çünkü Türkiye’nin iç politik durumu karışık olursa, dış politikaya yönelemez böylece Ortadoğu’daki savaşta yer alamaz. Amerika’da bu durumdan olumsuz yönde etkilenir. Bence bu olayda Rusya’nın rolü büyük… Hatta Rusya, DAİŞ ve İran’ın rolü büyük. Zaten bu üçlü Ortadoğu’da  aynı hedef doğrultusunda yürümekteler.

Başkent’teki saldırının bir başka yönü de alınan yetersiz emniyet tedbirleri... Olayın yaşandığı yerde defalarca miting yapılmış eylemler düzenlenmişti. Yani devletin uygun gördüğü bir yerdi. Fakat edinilen bilgilere göre emniyet tedbirleri yetersizdi. Bu durum yaşanılan olayların, seçim barajı sıkıntısı yada iktidar sıkıntısı olup olmadığına yönelik soruları da beraberinde getiriyor.


Tabi bunlar bir ön görü olay tam anlamıyla aydınlatılmadan ki aydınlatılamayacak, gerçeği bilemeyeceğiz. Bir an önce iç meseleleri halledip, dış politikaya yönelmemiz lazım. Çünkü  Kuzey komşumuz Rusya artık Güney komşumuz oldu. Yanı başımızda bir soğuk savaşın provası yapılıyor. Buna yönelik devletin çalışmalar yapması lazım. Yoksa, dış tehditler artmaya başlayacak, hatta tehditten öteye bile geçecektir.


8 Ekim 2015 Perşembe

İLK KEZ NOBEL ÖDÜLÜ ALAN TÜRK, AZİZ SANCAR


Geçtiğimiz günlerde Türk milletini onurlandıran bir gelişme yaşandı. Kimya dalında Nobel ödülü Aziz Sancar adlı bir Türk’e verildi. Şüphesiz çok gurur duyulacak bir gelişme idi bu. İlk defa bir Türk Nobel ödülü alıyordu. Aklınıza gelebilir. Daha öncede Nobel ödülü alan Türk yok muydu? Diye. Tabi ki de vardı. Edebiyat dalında Orhan Pamuk bu ödüle layık görülmüştü. Şimdi aklınıza bir başka soru daha gelebilir. Madem birden fazla ödülü alan Türk varda, neden ilk defa bir Türk Nobel ödülü aldı diye cümleye başlıyorsun? Açıklayayım.Ben Kahin yada ileriyi görebilen birisi değilim, ancak ve ancak gördüklerim ve yaşadıklarımdan tespitlerle bu durumu sizlere  açıklayabilirim. Orhan Pamuk’un ödülü alış hikayesine bakmak gerekir aslında soruya cevap bulabilmek için.

Nobel Ödülü, uluslararası seviyede ciddi bilim, edebiyat gibi alanlarda insanlık ve tabiat yaşamına etki eden çalışmalar ve buluşlar yapan bilim adamlarına verilen bir ödüldür. Fakat, Nobel ödülü aynı zamanda da Batı’nın karşı çıktığı ülkelerin, o ülkede yaşayan ve o ülkenin vatandaşı olan, aynı şekilde Batı’nın karşı çıktığı gibi, kendi ülkesine aynı sebeplerle karşı çıkan bilim ve edebiyat adamlarına verdiği ödüldür. Nobel tarihine baktığımızda bu ödülleri rahatlıkla görebiliriz. İranlı bir bilim adamı ödül almıştır. Çünkü İran mevcut rejimine karşı çıkmıştır. Aynı batılıların yaptığı gibi…

Gelelim Orhan Pamuk’un ödül hikayesine, Orhan Pamuk ödülü almadan önce, İsviçre televizyonuna Türkler şu kadar Ermeni şu kadar da Kürt’ü öldürmüşlerdir dedi. Yani sözde Ermeni soykırımını kabul edenlerdendi. Söylediği yerde çok manidar… Ermeni soykırımı yoktur diyenlerin hapishaneye tıkıldığı yer İsviçre… Nobel Ödülünün verildiği yer, İsviçre… Ne tesadüftür ki Bu söylemlerden sonra ödülü alır… Eminim yorum bekliyorsunuz ama yorum yapmayacağım. Yorumu ve gerçeği anlamayı sizlere bırakıyorum. Bir Türk yazar sözde Ermeni Soykırımını kabul edebilir. Türk pasaportu taşıdığı halde buna inanabilir. Hatta bunu uluslararası arenada da söyleyebilir. Fakat ödül verilmeden önce bunu çok manidar bir yerde dile getirebilir mi? Orhan Pamuk ödül aldığında, Türkiye ikiye bölündü. Hak ettiğine inananlar, hak etmediğine inananlar. Yani bir Türk Ödül aldı ilk defa Nobel’de ama şöyle ağız tadıyla bir sevinemedik. Çünkü doğru yada yanlış, buram buram şaibe kokuyordu. Murat Bardakçı bir televizyon programında, Orhan Pamukla ilgili çok net tespitlerde bulundu. “Mısırda kaldığım zamanlarda Mısırlı bir bilim adamı uluslararası ödül aldı. Büyük bir kalabalık adamı karşılamak için geldi. Bende gittim, orada yaşlı bir teyze vardı, niçin geldiğini sordum o da bizden birisi büyük bir ödül almış onu görmeye geldim dedi”. Der. Yani düşünün kendi milletinizden birisi ödül alıyor ama siz sevinemiyorsunuz. Neyse ki Aziz Sancar büyük bir başarıya imza atarak bizim gerçekten gururlanmamıza ve sevinmemize neden oldu. Hep Orhan Pamuk’tan bahsettim. Büyük bir işe imza atan Aziz Sancar’a haksızlık olamasın kısaca onu da tanıyalım.
AZİZ SANCAR KİMDİR?
Aziz Sancar, 8 Eylül 1946 yılında Mardin, Savur’da doğdu. Şu anda Amerika Kuzey Carolina Üniversitesi, Biyokimya ve Biyofizik bölümü öğretim üyesidir. DNA ile ilgili yaptığı çalışmalarından dolayı Kimya Dalında Nobel ödülüne layık görülmüştür.


Aziz Sancar ile ilgili söylenecek çok söz var aslında. Tür milletinin onur ve gururu, Mardin’den Nobel ödülüne gitmeyi başaran başarılı bir bilim adamı.  Her şeyden önce aldığı ödülde şaibe kokmayan bir bilim adamı… BBC’de sen Arap mısın? Sorusuna “Hayır ben Türk’üm, Mardinli de olsam Karslı Vanlıda olsam yine Türküm diyen, ABD’de Türk evi açan bir vatanseverdir.  



5 Ekim 2015 Pazartesi

RUSYA'NIN SURİYE ÜZERİNDEKİ OPERASYONU


Suriye’ye DAİŞ için bir çok ülke operasyonlar düzenlemeye başladı. Bir çok ülke DAİŞ’le mücadele için birliktelik kararı aldı. DAİŞ’le mücadele eden ülkeler arasına en son Rusya’da girdi. Rusya Suriye’ye hava saldırılarında bulundu. Rusya’nın izlediği Suriye politikası çerçevesinde DAİŞ’le mücadele etme kararı alması gayet şaşırtıcıydı. Çünkü, Rusya, Esad yönetimine destek veren bir politika izliyordu. DAİŞ’i de Esad’ın Suriye’ye bulaştırdığını ve muhaliflere karşı kullandığını da biliyoruz. Bunlara rağmen nasıl olurda DAİŞ’le mücadeleye girme kararı alır? Sorusu kafaları karıştırıyor. Bunun dışında da Suriye’ye düzenlediği operasyonlar sırasında Türkiye  Dışişleri Bakanlığından edinilen bilgilere göre, Rus uçakları Türk hava sağsını ihlal etmiş ve Türkiye sert bir biçimde Rusya’yı uyarmıştır. Rusya’nın cevabı ise, navigasyon hatası olarak belirtilmiştir. Peki, izlediği farklı politikalara ve bu gelişmelere rağmen Rusya’nın amacı ne? Rusya ne yapmaya çalışıyor?
DAİŞ, yaptığı eylemlerle dünya çapında nefret kazanmış bir terör örgütü haline gelmiştir. Yani dünya tarafından tepki gören bir terör örgütüdür. Rusya’da uluslararası politikaya yön veren güçlerden biridir. İzlediği Esad’cı politikadan sebeple DAİŞ’e tepkisini koyamamıştır. Buda uluslararası arenada toplumların tepkisini çekmiştir. Öte yandan Soğuk Savaş dönemi kadar etkili bir mücadele olamamasına rağmen ABD ve Rusya hala iki karşıt güç. ABD’nin son zamanlarda Suriye’ye karşı yoğunlaşması ve Rusya’nın buna karşılık verme isteği gibi nedenlerden ötürü Rusya Suriye’ye müdahale etmiştir.
Edinilen bilgilere göre, Rusya DAİŞ’i vuruyoruz diyerek Esad’a karşı olan muhalifleri ve Türkmen köylerini vurmaya başlamıştır. Doğal olarak da Türkiye, ABD ve onun müttefiklerinin tepkisi almıştır. Peki Rusya’nın esas amacı ne?
Rusya, dünya çapında tepki alan DİAİŞ’e destek vermiyoruz, onlara karşı savaşıyoruz izlemini verip uluslararası algıyı değiştirmeye çalışarak, aynı zamanda da ABD’ye karşı bir politikayı somutlaştırarak, Esad’a destek amaçlı operasyonlara girmiş bulunmaktadır.
Bu görüşü temellendirmek için Rusya’nın içinde bulunduğu ekonomik durumu da göz önüne alabiliriz. Son yıllarda Rusya ekonomisi kötü durumda. Hatta liberal ekonomi çökmek üzere. Bir çok Rus özel şirketi işçilerine para ödeyemez durumda. Buna karşılık Devlet Ekonomisinin de iyi durumda olduğu söylenemez. Bu durumlarda dış ülkeye operasyon yapmak hiçte akıllıca olamasa gerek. Zaten buna karşılıkta Rusya, sadece hava operasyonları yapacağını söylemişti. İran’da Rusya’ya askeri güç sağlayacağını bildirmişti. Görüyoruz ki öyle de yaptılar. Bu durum Rusya’nın daha az para harcayacağını gösteriyor. Yani Rusya bu kötü ekonomik duruma rağmen operasyon yapmaya karar verdi. Olay zannettiğimizden de ciddi. Rusya’nın bu durumda operasyon yapmasının iki ana nedeni olabilir. Birincisi Esad çok kötü durumda yardım amaçlı . İkincisi ise ekonomik bir çıkarı var.
Putin son zamanlarda o kadar aktif ve çift başlıklı, sonucunun aynı merkeze çıkacağı bir dış politika izliyor. İlk önce Türkiye’ye karşı gelerek sözde Ermeni soykırımını kabul etti. Sonra Moskova’da Camii açılışında Cumhurbaşkanı Erdoğan’la samimi görüntüler verip DAİŞ’e olumsuz ifadeler kullandı. Sonrada DAİŞ’İ bombalama bahanesiyle  Muhalifleri ve Türkmen köylerini bombaladı, Türk hava sağasını ihlal etti.

Sonuç olarak, bu gelişmeler bize soğuk savaşın rüzgarlarının yeniden esmeye başladığını gösteriyor. Önceki Soğuk Savaştan farklı olarak,Türkiye’nin de bu savaşta aktif olarak yer alacağını bize gösteriyor. Bu durumda Türkiye açısından yapılacak olan şey; çok iyi bir dış politika izlemesi olacaktır.




3 Ekim 2015 Cumartesi

DERSİM VE HAİNLER ÜZERİNE

   Sonda söylemem gereken şeyi başta söyleyerek başlamak istiyorum. Devlet’in zirvesinde bulunan kişiler Dersim’de yaşanan olayları, belgeleri ile birlikte ortaya koymalı, 80 senedir karanlıkta kalan bölümleri aydınlatmalıdır. Hatta belgeler ile birlikte bir tarih komisyonu kurulmalı, Kemal Karpat,  İlber Ortaylı, Taha Akyol gibi değerli tarihçilerimiz bu belgeleri yorumlamalı ve kamuoyuna sunmalıdır.

   Cumhuriyet kuran kadronun bütün bir ülkeyi, Türk ırkı üzerine tasarlamış olması, pek tabii ülkede yaşayan diğer insanların başlarına gelecek olayların habercisi gibiydi. Öyle ki Mustafa Kemal’in isteği üzerine 1935 yılında Doğu illerine bir seyahat düzenleyen İsmet İnönü, bir rapor hazırlamış ve raporda şu cümleyi kullanmıştır :

‘ Siirt, Türklüğe hevesli bir Arap şehridir. ‘

   Raporun devamında ise, bütün bir bölgeyi Türkleştirmek, özünden koparmak ve asimile etmek için nasıl bir politika uygulanması gerektiği anlatılıyor. Bu rapordan haberi olan Mustafa Kemal’in Kemalistlerin savunduğu gibi dersim katliamından habersiz olması mümkün mü  ?  Efendim, Mustafa Kemal o zaman hastaydı. Yatağından kalkacak durumda değildi. Yani kendini inandırmışsında bari biraz tarih oku derler adama !!! Madem yataktaydı, aynı yıl İsmet İnönü ile nasıl kavga etmeyi başardı ? Bunu başaran kişinin Dersim gibi büyük bir (temizlik) operasyonundan haberdar olmaması herkesi güldüren bir savunmadır.

   Herkesin bu olayla ilgili bir görüşü bulunmakla birlikte, o bölgede kaç kişinin öldüğü konusunda bile ortak bir nokta bulmak mümkün değildir. Kitaplarımız da bu konu da üzerine düşeni yapmamakta, Dersim olayı hakkında genelde suskun kalmayı tercih etmektedir. Ama konu aynı dönemdeki Hatay meselesi olunca, sayfalarca övgü yazılmakta bu mesele de Cumhuriyet’in binaelaneyh Mustafa Kemal’in bir başarısı olarak piyasaya sürülmektedir. Herkes biliyor ki bu ülke de resmi tarih dışında bir şey söylemek cesaret isteyen bir konudur. Öyle ki, devlet  kurşun, bomba Allah ne verdiyse yüzbinlerce kişinin üzerine yağdırmış, katliam yapmış demek büyük cesaret ister. Bir adım daha ileri giderek, Sabiha Gökçen Hanımefendi’ye uçakla bombalamak üzere görev verilmiş, o da bu görevi başarı ile gerçekleştirdiği için pişkin pişkin ödül dahii verilmiştir, demek de cesaret sınırlarını bir hayli zorlamaktır.

   Ne çektiysek, bu resmi tarih dışına çıkamayan arkadaşlar yüzünden çekmedik mi ? Yıllarca İskilipli Atıf , Şeyh Said gibi insanlara hain iş birlikçi demediler mi ? Ama onların suçu yok ki. Suç bize doğruları değil, kendi istediklerini dayatmak sureti ile ezberletenlerindir. Çok basit bir örnek ile Şeyh Said’in İngiliz iş birlikçisi olduğunu söyleyen örümcek kafalılar, eminiz ki İsmet İnönü’nün bu cümlesini hiç okumadılar :

‘ Şeyh Said ayaklanmasının İngilizler ile bir bağlantısı kurulamamıştır. ‘

   Bu cümle İnönü’nün hatıralarında mevcuttur. Ama tarih yazan tarih yapana sadık kaldığı sürece bu gerçekler gün yüzüne çıkamayacaktır. Benim Kemalist ve Chp’lilere önerim şudur. Tarih yapanlarında hata yapabilecekleri gerçeği ile yüzleşin. Olumlu şeyleri üzerinize aldığınız gibi, olumsuz durumlardan da kendinize pay çıkarın. Geçmiş yapılan hatalardan ders çıkartmak,  o hatalar ile yüzleşmek, gerekirse karşı taraftan özür dilemek sizi küçük düşürmez. Aksine insanlar size daha fazla saygı gösterir, doğruları savunduğunuza inanırlar. Sırf bir kişi yaptı diye yanlışlarını bile ölümüne savunmak, kör bir bağlılıktan öteye gitmez. Unutmayın tarih ile hesaplaşmak, ülkemizi daha ileriye götürecektir. 





2 Ekim 2015 Cuma

ÇOCUKÇA

ÇOCUKÇA
Ah nerde kaldı çocukluğumuz… Koşup oynadığımız zamanlar… Akşam ezanını duyar duymaz pencereye çıkan anneler… Horoz şekerlerimiz,  leblebi tozu üflediğimiz çubuklarımız, ne çok severdik parklarda uzun bacaklı amcayı kovalamayı... Palyaçolara gülmekten karnımız ağrırdı çocukken…
Daima özlenen haldir çocukluk...
Herkesin geri dönmek istediği  çarçabuk geçen yıllarımızdır…Hiçbir zaman geri gelmeyecek bir olgudur çocukluk… çocukluk oyundur… Dondurmadır, çilekli sakızdır çocukluk…  toprak üstüne inci gibi dizilmiş  misketlerdir..
Çocuk olmak yaşını büyülterek söylemek , dişlerinin birere ikişer düşmesi, başka bir çocukla saniyesinde arkadaş olabilmek, sonraki saniyeyi hesaplamadan içinden geldiğince davranmak demek. Çocuk olmak hayat bilgisi ve güzel yazı derslerini öğrenmek, her çeşit allı pullu simli kalemi ve kokulu silgileri bulundurmak, teneffüs aralarında köşe kapmaca ve seksek oynamak demek. Çocuk olmak annenin tabakla arkandan dolaşması sebze veya et yemiyorsun diye sana kızması,oyun oynarken sırtına ter bezi konması demek. Çocuk olmak sınırsız resim yapma ve şarkı söyleme özgürlüğü, törenlerde şiir okuma heyecanı, her sabaha türküm doğruyum çalışkanım sözleriyle günaydın demek. 
Masal dinlemek,masal anlatmak… Masallara inanmak.. Düşünmeden yaşamak… Masum olmak… İyi olmak... Yalan söylediğinde bile dürüst olmak…Hiç kimsenin söylemeye cesaret edemediği şeyleri korkmadan söyleyebilmek..
Bir dilim Sarelle’li ekmeği dünyalara değişmemektir..
Tek derdi hava kararınca oyunu bırakıp eve gitmek olandır. 
Gece misafirliğinde koltukta uyuyakalmak ve babanın seni kucağında taşımasıdır.
Anneye babaya kızıldığında, küsüldüğünde arkasına saklanıp ağladığın koltuğun sığınağında uyuyakalmaktır çocukluk…  Annemizin bizi kucaklayıp  odamıza götüreceği güvencesiyle…  Ne kadar küsse de kızsa da bir çikolatalı gofrete barışan insandır çocuk… komşunun evinde uslu duracağına  dair söz verendir çocuk, tabi ki uslu durmaz hele ki komşunun da çocukları varsa.
Peki çocukluk, çocuk olmak her yerde aynı mıdır? Çocuk her yerde çocuk mudur? Çocuk canım bu ne farkı var diyebilir miyiz?
İstanbulda çocuk olmak : Köprüden geçerken tuhaf sevinç çığlıkları atmak , sokaklarda koşturmak yerine evin içinde tepinip evdekilerin burnundan getirtmek, trafikte annenin kucağında uyuyakalmak , uslu durup okula ağlamadan gideceğine şart koşup bütün alışveriş merkezlerini gezdikten sonra yığınla oyuncak aldırmak demektir. 10 yaşında yemek sitesinden  yemek istemeyi öğrenmek , annenin işyerinden eve gelmesini beklerken eve hırsız girecek de kaçırılacağım diye korkudan ölmektir.  Bütün gün bilgisayar başında cips  yemektir.  Diğer şehirlerdeki çocukları anlamamak demektir.
Sokakta toz toprakta saklambaç yerine evde playstation oynamak, otobüsle değil servisle okula gitmek, fotoğraf albümüne bakmak yerine cepten arkadaşlara resim göndermek, okul pikniğine gitmek yerine İngiltere gezisine gitmek, ellere tebeşir yerine boardmarker bulaşmasıdır. İstanbul’da çocuk olmak bir yerden bir yere otobüse binip tek başına gidebilmektir. Çünkü İstanbulda’ki çocuklar bütün durakları ezbere bilir.  Derslerini  ödevlerini kitaplardan değil bilgisayardan, hatta cep telefonlarından araştırırlar.  Okullarda tablet dağıtılır bir kere, kitap değil. Ve hepsinin cebinde eline büyük gelen telefonları vardır. Bütün çocukların sosyal sitelerde hesabı vardır.  Bahçe, tarla görmeyen çocuklarımız facebook denen sosyal sitede sanal çiftlik oyunları oynar. Sadece çocuklar mı? Yaz gelse de anneanne dede yanına köye gidilse keşke… Bütün çocuklar bütün sene bunun hayalini kurar, ama babalarının başka planları vardır.  Tatil köyleri deniz, kum ve güneş…  Çocuklarımız  çok küçük yaşlarda yüzmeyi de öğrenir zaten. Televizyon röportajlarına konuşan çok bilmiş çocuklarımız…
Köyde çocuk olmak ise,
Mevsimlerin farkına varmak demek, ağaçların isimlerini bilmek, kavgada iyi dövüşmek, ellerin o yaşta bile nasırlı olması. Köyde çocuk olmak, dağların, çayırların, ovaların, kuşların, ağaçların, keçilerin, kuzuların arasında büyümek demek…
Karnın acıktığında dalından sabah koparılmış kan kırmızısı bir domates ve sofra bezleri altına saklanmış olan bir bazlamayı kapıp onu oyun oynarken yemek,
 Tüm köy çocuklarını tanımak, yanaklarının kıpkırmızı olması, hava azıcık soğuk olsa hasta olmamak, koşarken annenin sırtına bez koymaması, kışın tişörtle, yazın kazakla bile gezebilmek ve bir kere bile öksürmemek, ancak olağanüstü durumlarda hasta olmak, meyvenin sebzenin hormonsuzuyla beslenmek, taze yumurta ve sütle kahvaltı yapabilmek,
Ağa kızına aşık olmak, onun için büyüklerden duyulan türküleri söylemek,
Yazları toprak damda yıldızlara, gökyüzüne, dolunaya karşı uyumak, uyurken sivrisineğin bile ısırmaması, ısırsa bile anneye bile söylenmemesi, damda beraber yatılan komşu çocuklarıyla cin peri hikayeleri anlatıp korkmak, orada çekirdek çitlemek, çok hareketli rüyalarda kendini kaptırıp aşağı düşüp ayağını kırmak, kırılan ayağı ‘çıkıkçı Nuriye’nin iyileştirmesi, bir an önce iyileşip ayağa kalkmak,
Köyde çocuk olmak, tüm ev halkının traktöre binip bağlara gitmesi, orada ağaçlardan elma, vişne, kiraz, kayısı toplamak, dut ağaçlarını sallayıp düşenlerini almak, taze soğan, domates, maydanoz, salatalığı dalından koparmak, tüm ağaçlara çıkabilmek ve kolayca inebilmek, tüm günü bağda geçirmek, akşam olunca kızaran yanaklarla, eve dönmek, döndüğünde ablanın pişirdiği etli taze fasülye ve pilavı yemek, toplanan mahsüller satılmaya götürülürken babanın yanında gitmek, birbirini tutmuş ellerini sallayarak pazarlık yapan büyükleri neşe ile izlemek, babanın mahsülleri satıp cebini doldurup eve gelirken sana da kasaba bakkalından şeker ve top alması, topu gururla köyün çocuklarına göstermek, akşam üstü topla maç yapmak, maç sonunda kavga etmek, topu alıp eve girmek,

Kış gelince yazın bahçenin arkasına yuvarlak haline getirilip dizilen tezeklerden, odunlardan sobada yakıp ısınmak, okuldan gelince sobanın yanında ısınmak, sobanın üstünde bazlama ve yufka ısıtmak, ısıtılmış yufkanın arasına tereyağ ile çökelek peyniri koymak, sonra taze yumurta ve balla diğer yufkaları da bitirmek, güzel kokusu duvarlarda kalsın diye ıhlamur tahtasından yapılmış, sobasında ateşin uzun kış geceleri boyunca hiç sönmediği, ahşap kokulu odalarda uyumaktır köyde çocuk olmak,  5 kardeşin beşininde yan yana yer döşeğinde uyumasıdır köyde çocuk olmak… 


YAZAN: REYHAN CANITEZ


Kadın kimdir?

Kadın Kimdir?
Özgecan  Aslan ( 22 Ekim 1995- 11 Şubat 2015) : Mersin’in Tarsus ilçesinde 11 Şubat 2015’te tecavüz girişimine direndiği için bir minibüste öldürülen bir üniversite öğrencisi.  Aslan’ın yanmış bedeni   13 Şubat günü suçu beraberindeki iki kişiyle işlediğini itiraf eden kişinin jandarma ekiplerini olay yerine götürmesiyle bulundu.  Özgecan’ı  korkunç şekilde öldüren kişinin  ifadeleri sorguyu  yapan görevlilerin  kanını dondurdu. Yakalanacağını internetten öğrenen cani,  işlediği cinayeti soğukkanlılıkla anlattı.
 Özgecan Aslan cinayetinin ortaya çıkması Türkiye çapında olayın ortaya çıktığı gün  ve takip  eden günlerde öfkeye ve gösterilere yol açtı. Binlerce kadın, kadınlarımızın, kızlarımızın tecavüzüne, şiddet görmesine ve öldürülmesine hükümetten yeterli tepkinin gelmemesiyle bu durumun normalleşmesi gerekçesiyle sokaklara döküldü. Gösterilerde kadına şiddetle ilgili daha güçlü tedbirlerin alınması istendi.  Olay sosyal medyada da büyük ilgi gördü ve ülke çapında pek çok gösterinin düzenlendiği  16 Şubat günü ‘’ Kara Pazartesi ‘’ olarak anıldı ve kadınların yaşadıkları taciz olaylarına sessiz kalmayarak anlatmaları istendi.
İkinci Özgecan  vakası  ne yazık ki Muğla’dan geldi. Muğla’da günlerdir kayıp olan Cansu Kaya’dan acı haber geldi.  Cansu Kaya  tecavüze uğramış sonrasında boğularak suya atılmış.  Cansu’nun ölümü başta ailesi olmak üzere herkesi çok üzdü.  Hiç evlenmemiş olan Cansu’nun tabutuna gelinlik örtüldü.
 Ülkemizde her gün kadınlar öldürülmeye devam ediliyor.  İçinde bulunduğumuz 2015 yılının daha ikinci ayına kadar 36 kadın cinayete kurban gitti. Öldürülen kadınların sayısı geçtiğimiz sene 296, ondan önceki sene 231 idi… 
Kadınlarımız kızlarımız her gün vahşice katlediliyor….  Özgecan  Aslan, Cansu Kaya, Pınar Güneş, Neriman Aktarmacı, Dudu Çabar, Öznur Bozan,Leyla Saman, Bircan Toptaş, Feraset Çakır, Azime Erdoğmuş, Nurcan Bıyıklı,  Öznur Ocaklı, Hadiye Al Casım, Özlem Durmuş, Hanife Durmuş,  Hatice Topçu, Nesrin Özdemir, Duygu Özdemir,  Havva Boyacı,  Meryem Yılmaz, Hayriye Suna, Nurten Çelikbaş, Çiğdem Çeledir,  Medine Taşkın, Nuran Dütlü,  Saniye Ulukaya,  Kezban H. , Hatice V. ,Serap A. , Kezban H. ,  Zübeyde A. , Songül A…. Ve medyanın bilmediği, duymadığımız,i haberimizin olmadığı  yüzlerce kadın…
Ülkemizde kadın hep 2. Sınıf insan muamelesi görmektedir. İnsanlar arasında yaygın olarak bilinen ‘’ Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmemeli’’ lafı bile durumun vehametini  göstermektedir.  Kadına şiddetten,  sadece fiziksel şiddet anlaşılmamalıdır. Fiziksel şiddetin yanında  psikolojik şiddet, taciz  bunlar da şiddetin bir başka tezahürüdür.  Ülkemizde çoğu kadın,   kendi kararlarını kendisi alamamaktadır. Eşlerinden, babalarından yada dış çevreden baskıyla karşı karşıya kalmaktadır.  Özellikle kadınlarımız, baba unsurunca zorla evlendirilmekte, eğitim hakkı  engellenmekte, istediği gibi hareket edebilme özgürlüklerine duvar örülmektedir.  Ne zaman bir gazete okumaya kalksak veya haber izlemek istesek mutlaka bir kadın cinayetiyle karşılaşır hale geldik ne yazık ki. Bu konuda yaptırımların yetersiz hale gelmesi, katillerin hak ettikleri cezaları almaması da  cabası.   Öyle bir hale geldik ki katillere, canilere neredeyse hak verilecek. Namus cinayetiymiş… kıskanmış mış….  Açık giyinmiş…. Gece dışarı çıkmış…  Tahrik etmiş miş… Vah vah yazık adama… Hak etmiş kadın da canım..
Hak eden kim? Kadın cinayetlerinin adı neden ‘kadın cinayeti’ ? öldürülen kişiler kadın oldukları için mi ? Hayır, kadınlar kadın olduğu için öldürülüyor işte bu yüzden.  Kadın kimdir peki? Hani şu her gün  öldüğü haberini okuduğunuz, hani  gelinlik örtülen tabutuna, hani savunmasız olan, tavuk keser gibi kestiğiniz hiç acımadan…  Ey babalar!  Kendini baba zannedenler, zorla evlendirdikleriniz, okula yollamadıklarınız…   Kadın Kimdir? 
Kadın insandır, 
Kadın Yüce Allah’ın  emanetidir,
Kadın, Yüce kitabın suresine isim olmuş HZ. Meryem’dir,
Kadın cenneti erkekle paylaşan HZ. Havva’dır,
Kadın, peygamber doğurandır, HZ. Amine’dir,
Kadın vefadır, HZ. Hatice’dir,
Kadın zulme, putperestlere direniştir, HZ. Sümeyye’dir,
Kadın annedir,
Kadın kız çocuğudur,
Kadın zarafettir, güzelliktir, sadakattir,
Kadın vicdandır, sabırdır,
Kadın eştir,
Kadın savunmasızdır,
Kadın güçtür,
Kadın çocuktur,
Kadın kutsaldır,
Kadın hamur yoğuran,
Kadın hayat arkadaşı,
Kadın bizim teyzemizdir,
Kadın ablamızdır,
Kardeşimizdir kadın,
Sevdiğimizdir kadın…   
ve daha fazlasıdır kadın… kısacası kadın sende olmayan her şeydir!...
Kadın, cinsel bir obje değildir,
Kadın, kapitalizme meta,
 Kadın ,seks kölesi,
 Kadın, üreme makinesi,
Kadın, kimsenin namusu,
Kadın,  satılık değildir!

 Kadın, kimsenin kölesi değildir!