17 Mayıs 2015 Pazar

GURBET ÖZLETİR İNSANI...


Gurbette Özletir İnsanı
Büyümek de   budur…  Öğrenirsin, büyüdükçe daha fazla…  Yaşamayı… Nerde olursa.
Gurbette yaşamak, gurbette okumak ne zahmetliymiş meğer. Gurbet el derler ya hani,  gurbet elde nefes almak ne kadar  pahalıymış…  Öğreniyorsunuz işte. En çok da sabretmeyi.  Dayanmayı. Ama bir şeyi öğrenemiyor, alışamıyor bir türlü biz insanlar. Özlemek. Özleme dayanamayacak kadar küçüğüz. Ne  çok özlemimiz var.  Kaç özlem sığdırıyoruz tek bir yüreğe. Anne, baba, kardeş, abla, ağabey, eş, çocuk , sevgili, dost ve memleket… Havası, suyu, kokusu, yemeği, adeti, töresi… Türküsü,  ozanıyla… Yaşarken, içindeyken hiç farkında olmadığımız, görmediğimiz, önemsemediğimiz pek çok değerin burnumuza tüttüğü  yerdir  gurbet.
Ayrılırız ve gideriz. Ayrılmadan önce görmediğimiz, görmezlikten geldiğimiz pek çok şeyi, evimizi, odamızı, mutfağımızı, mahallemizi, sokak başındaki bakkalı, enfes kokusunu ta öteki sokaktan duyabildiğimiz ekmeklerin  yurdu fırını, en ufak bir yağmurda  dere olmayı  başarabilen kapı önünden akan su birikintilerini bile hatta… Kocaman beton  sitelerin arasına sıkıştırılmış maket gibi duran sadece birkaç  saksı çiçeği sığdırabildiğimiz minik bahçenizi- ki bir çoğumuz bu kadarına bile sahip değiliz- özleyeceğiniz hiç aklınıza gelir miydi? Biz insanlar, biz nankörler, evet bizler, her gün şikayet  ederiz. Yaşantımızdan, ailemizden, işimizden, uykumuzdan, dersten, sınavlardan, uykumuzdan ve uykusuzluktan, önümüze gelen yemeğimizden bile.  Nasıl  bir zihniyettir ki  bizdeki  onca güzellik, onca nimet  hizmetimizdeyken,  bir gün deli gibi hasretlik çekeceğimiz  bütün her şeyin , bütün yaratılan mahlukatın  değerini bilmez ve elimizden alınınca özleriz. İtiraf etmeliyiz ki mutsuzluğumuzun, bunca   hüznümüzün nedeni, özlediğimizi, özlediklerimizi itiraf edemeyişimizdir. Biz hani nankörüz ya, çok da korkağız. En çok da söylemekten, anlatmaktan, haykırmaktan, itiraf etmekten korkuyoruz. Sevdiğimizi, kıskandığımızı, sevmediğimizi, sıkıldığımızı, özlediğimizi hatta korktuğumuzu dahi söyleyemiyoruz.  Fakat büyüklerimiz biraz daha cesurlar bu konuda. Onların sevgileri de özlemleri de korkuları da yaşları gibi büyükçe.  Özledikleri bizden çok fazla. Hep duyarız ninelerden dedelerden… Ah eskiden olsa ile başlayan cümleler. Eskiden biz diye başlar ve bitmez anılar bir türlü. Eski şarkılar, eski bayramlar, eski ramazanlar, eski dostluklar, eski şekerler bile hatta nasıl tüter burunlarda kim bilir… Eski evlerde gaz lambasının altında dinlenen eski şarkılar… Ne anılar biriktirir soba başına toplanıp masal dinleyen çocuklar. Biz yeni nesil sobalı evlerde pişen kestaneleri bile özlemiyoruz ki…

Almanya’da yaşayan bir Türkçe öğretmenine sormuştum, ‘’Gurbet nedir hocam, nasıl bir şeydir şu gurbet dedikleri şey?’’ Uzun uzun düşündü.  Epey zamandır gurbete sığınmış olduğu halde anlatamayacak diye düşündüm. Sonra bana baktı,  ve şöyle dedi : Dilimi konuşan, derdimi anlayan, sevdamı paylaşan, hiçbir kimsenin olmadığı, bedenimin yanımda, gönlümün memlekette olduğu yerdir gurbet. Gözlerimle anlaşabildiğim insanların olmadığı, yalnızlığın içimde kök saldığı, karnımın tok, ruhumun boş olduğu, kulağıma tanıdığım musikilerin gelmediği, her sabah ah diye özlemle uyandığım yerdir gurbet.  Sokağından simitçinin geçmediği, ramazan davulcusunun sustuğu, bayramlarda şiir okuyamayan çocukların olduğu yerdir gurbet.  Sevmediğin ne kadar yemek varsa hasretlik çektiğin yerdir gurbet. Dilini unutmamak için evde kendi kendine konuştuğun yerdir mesela.  Haklıydı öğretmen… Öyle ya siz gurbete gider ‘’Selamın aleyküm’’ dersiniz, gurbet ‘’ Aleyküm selam’’ demez sesinize, mahcup olup, dönüp kendi yüreğinize ‘’duymadı herhalde’’ dersiniz. Gurbet duymaz, gurbet görmez, bilmez, anlamaz ki. Velhasıl  din, dil, kültür ve vatandan ayrıysanız, işte bu ziyadesiyle gurbettir. Ve gurbet özletiri. Gene yolculuk var kendi diyarıma, hayat bu işte bitmez ki yolculuk, ömrün yetmediği sürece..

YAZAN: REYHAN CANITEZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder