Gurbette Özletir İnsanı
Büyümek de budur…
Öğrenirsin, büyüdükçe daha fazla…
Yaşamayı… Nerde olursa.
Gurbette yaşamak, gurbette okumak ne zahmetliymiş meğer. Gurbet
el derler ya hani, gurbet elde nefes
almak ne kadar pahalıymış… Öğreniyorsunuz işte. En çok da
sabretmeyi. Dayanmayı. Ama bir şeyi
öğrenemiyor, alışamıyor bir türlü biz insanlar. Özlemek. Özleme dayanamayacak
kadar küçüğüz. Ne çok özlemimiz var. Kaç özlem sığdırıyoruz tek bir yüreğe. Anne,
baba, kardeş, abla, ağabey, eş, çocuk , sevgili, dost ve memleket… Havası,
suyu, kokusu, yemeği, adeti, töresi… Türküsü,
ozanıyla… Yaşarken, içindeyken hiç farkında olmadığımız, görmediğimiz,
önemsemediğimiz pek çok değerin burnumuza tüttüğü yerdir
gurbet.
Ayrılırız ve gideriz. Ayrılmadan önce görmediğimiz, görmezlikten
geldiğimiz pek çok şeyi, evimizi, odamızı, mutfağımızı, mahallemizi, sokak
başındaki bakkalı, enfes kokusunu ta öteki sokaktan duyabildiğimiz
ekmeklerin yurdu fırını, en ufak bir
yağmurda dere olmayı başarabilen kapı önünden akan su
birikintilerini bile hatta… Kocaman beton sitelerin arasına sıkıştırılmış maket gibi
duran sadece birkaç saksı çiçeği
sığdırabildiğimiz minik bahçenizi- ki bir çoğumuz bu kadarına bile sahip
değiliz- özleyeceğiniz hiç aklınıza gelir miydi? Biz insanlar, biz nankörler,
evet bizler, her gün şikayet ederiz.
Yaşantımızdan, ailemizden, işimizden, uykumuzdan, dersten, sınavlardan,
uykumuzdan ve uykusuzluktan, önümüze gelen yemeğimizden bile. Nasıl bir zihniyettir ki bizdeki
onca güzellik, onca nimet
hizmetimizdeyken, bir gün deli
gibi hasretlik çekeceğimiz bütün her şeyin
, bütün yaratılan mahlukatın değerini
bilmez ve elimizden alınınca özleriz. İtiraf etmeliyiz ki mutsuzluğumuzun,
bunca hüznümüzün nedeni, özlediğimizi, özlediklerimizi
itiraf edemeyişimizdir. Biz hani nankörüz ya, çok da korkağız. En çok da
söylemekten, anlatmaktan, haykırmaktan, itiraf etmekten korkuyoruz.
Sevdiğimizi, kıskandığımızı, sevmediğimizi, sıkıldığımızı, özlediğimizi hatta
korktuğumuzu dahi söyleyemiyoruz. Fakat
büyüklerimiz biraz daha cesurlar bu konuda. Onların sevgileri de özlemleri de
korkuları da yaşları gibi büyükçe.
Özledikleri bizden çok fazla. Hep duyarız ninelerden dedelerden… Ah
eskiden olsa ile başlayan cümleler. Eskiden biz diye başlar ve bitmez anılar
bir türlü. Eski şarkılar, eski bayramlar, eski ramazanlar, eski dostluklar,
eski şekerler bile hatta nasıl tüter burunlarda kim bilir… Eski evlerde gaz
lambasının altında dinlenen eski şarkılar… Ne anılar biriktirir soba başına
toplanıp masal dinleyen çocuklar. Biz yeni nesil sobalı evlerde pişen
kestaneleri bile özlemiyoruz ki…
Almanya’da yaşayan bir Türkçe öğretmenine sormuştum,
‘’Gurbet nedir hocam, nasıl bir şeydir şu gurbet dedikleri şey?’’ Uzun uzun
düşündü. Epey zamandır gurbete sığınmış
olduğu halde anlatamayacak diye düşündüm. Sonra bana baktı, ve şöyle dedi : Dilimi konuşan, derdimi
anlayan, sevdamı paylaşan, hiçbir kimsenin olmadığı, bedenimin yanımda,
gönlümün memlekette olduğu yerdir gurbet. Gözlerimle anlaşabildiğim insanların
olmadığı, yalnızlığın içimde kök saldığı, karnımın tok, ruhumun boş olduğu,
kulağıma tanıdığım musikilerin gelmediği, her sabah ah diye özlemle uyandığım
yerdir gurbet. Sokağından simitçinin
geçmediği, ramazan davulcusunun sustuğu, bayramlarda şiir okuyamayan çocukların
olduğu yerdir gurbet. Sevmediğin ne
kadar yemek varsa hasretlik çektiğin yerdir gurbet. Dilini unutmamak için evde
kendi kendine konuştuğun yerdir mesela. Haklıydı öğretmen… Öyle ya siz gurbete gider
‘’Selamın aleyküm’’ dersiniz, gurbet ‘’ Aleyküm selam’’ demez sesinize, mahcup
olup, dönüp kendi yüreğinize ‘’duymadı herhalde’’ dersiniz. Gurbet duymaz,
gurbet görmez, bilmez, anlamaz ki. Velhasıl
din, dil, kültür ve vatandan ayrıysanız, işte bu ziyadesiyle gurbettir.
Ve gurbet özletiri. Gene yolculuk var kendi diyarıma, hayat bu işte bitmez ki
yolculuk, ömrün yetmediği sürece..
YAZAN: REYHAN CANITEZ
YAZAN: REYHAN CANITEZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder