Kafayı Bulan Musluk Özgür mü?
Herhangi bir derste herhangi bir hocanın ağzından çıktı üç
kelime. Kafayı bulan musluk. Çok sevdim yahu. Ne yalan söyleyeyim çok samimi
geldi. Ve tek başına kalmasına gönlüm razı gelmedi. Tek başına kafa bulunur mu
arkadaş? İçmeye de dertleşmeye de kafa bulmaya da bir ortak lazım değil mi diye
düşündüm ve altını doldurmak istediğim bir başlık yapıverdim.
Hangi kafayla hayal
kurduysam artık… sahiden hayal kurarken de sağlam bir kafaya mı ihtiyacımız
var? Hayaller de mantık aranmalı mıdır? Düşünsenize, hayal kuran birine azıcık
mantıklı hayal kur denir mi? Denirse bu bizi ne kadar mantıklı yapar,
tartışılır. Bence insan hayal kurarken de yaşarken olduğu kadar özgür
bırakılmalıdır. Küçük bir kuş kadar en az. Kuşların özgürlüğü avcısı izin
verdiği kadardır. Onlar ne zaman sonlandırırsa kuşlar o zaman özgürlükten
vazgeçerler. Bu güzel dünyadaki özgürlükten… belki de sonsuz
olan özgürlüğe doğru kanat çırparlar..
Peki ya insanlar… bizler… bizim özgürlüğümüz ne zaman
başlar, kim başlatır ve süresi dolduğunda kim bitirir? İnancımız gereği yüce
Yaradanın verdiğine inandığımız özgürlüğümüzü nasıl ve nerede kullanacağımıza
ise yine onun yarattıkları kadar veriyor çoğu zaman. Hani Yaradanın
yarattıklarının özgürlüğüne yine yarattıkları son veriyor dedik ya az önce tabakta sakin sakin dinlenen canım
biberleri kızgın yağa bırakıverdim… bir çeşit bencillik bu da… karnımı doyurmak
için biberlerin kızarıp yanmasına sebep ve şahit olmak… ama yalnız olmadığımı biliyorum. Kuşkusuz, çoğu cinsim yani biz beşerler kendi
açlığımız, kendi tokluğumuz, kendi susamışlığımız ve kendi hayatımız,
zevklerimiz için bir çok insanın özgürlüğünü kısıtladık hem de ilk var olduğumuz andan itibaren… atalarımızı her şeyde örnek aldığımız gibi bu
konuda da çok iyi örneklemişiz.
Ne çok Habil ile Kabil hikayesi dinledik bu yaşa kadar… Kabil kıskançlık yüzünden kendi kardeşi olan
Habil’i öldürmüştür. Ve dünyadaki ilk cinayet gerçekleşmiştir. Kıskançlık uğruna, sen değil ben kavgası
için yapılan ilk kıyım. İlk mahkumiyet
ölüme… ilk kısıtlama yaşamdan… nefesin zincirlere vurulduğu ilk hadise… ve ilk
defa insanın özgürlüğü yok edildi… ve
son da olmadı… olmayacaktı… Sahi biz insanlar, biz mahluklar ne istiyoruz
birbirimizden? Bu düşmanlık, bu kin, bu nefret de neyin nesi ? Kuşlar bile aynı
gökyüzünde dip dibe kanat çırparken birbirlerine çarpmadan özgürce uçarken küçücük dünyada nefes alırken çoğalırken biz insanlar neden birbirimizi
boğazlama derdindeyiz? Üstelik kuşlardan daha çok yerimiz varken, neyi
paylaşamıyoruz?
İnsanlar birbirlerini sadece ölüme mahkum etmiyor artık. Gün
geçtikçe mahkumiyetlerde, cezalar da, ölümler de çeşitleniyor, katlanıyor ve
bir o kadar da acı veriyor. Canımızla kalsa iyi ölür gideriz ama kalmıyor..
tarih boyunca insanlar dinlerinde, dillerinde en çok da ırklarındaki farklılıklar
nedeniyle cezalandırılmışlar ve acı dolu hayatlar yaşamışlardır. Bütün bu
zulümleri yapan yine bizlerden birileri insanlar olmuştur.Çok uzak zamanlara
gitmeye gerek yok aslında. Daha 16-17 sene önce kızlarımızın ablalarımızın
ufacık bir bez parçası için yaşadıklarını unutmak mümkün mü? Ah ne yıllardı o
yıllar.. şubatın en soğuk olduğu tarih… acınası halimiz.. sokaklarda sürüklenen
kadınlar.. okulu bırakanlar mı dersiniz, henüz okul bitmeden evlenenler mi..
çok ayrıntıya girmeye gerek duymayalım ki biliyoruz hepimiz. Ne çok hayalleri
vardı kim bilir? Bizler gibi..
Yepyeni bir dünya istiyoruz. Özgür, barışçıl, savaşsız ve
sevgiyle dolu bir dünya.. hayal kurabilen insanlarımız olsun.. katiller değil
öğretmenlerin yetiştirilebileceği… Cinayetler için değil sevmek için kafa yoran
gençlerimiz olsun. Olay çözmek için kafa bulmasın kimse. Ve musluklar da
YAZAN: REYHAN CANITEZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder